3. Yakin Nuru:
Yakin nuru'nun illeti ve hastalığı; kalpte ihlasın yokluğudur. Yani hak ve hakikate kalbin tamamıyla yönelememesidir ki; övülmüş ve zemmedilmiş amellere bakmakla kalbin kabz olmasıdır.
Örneğin; namaz, oruç ve zikrin çokluğu gibi övülmüş amellerine bakıp:
''Bu kadar ibadetim ve salih amellerim var. Elbette bu sayede yüksek derecelere ulaşırım.'' veyahut ''Benim bunca isyanım ve işe yaramaz amellerim var. Bunların eşkali altında zebun iken benim için manevi yüksek derecelerin kapısı kapanmıştır.'' der.
Bu şekilde ya ameline güvenir ya da ümitsizliğe düşer.
Bunlar yakin gözüne perde olan şeylerdir. Kişi eğer bunlardan yüz çevirip, tam bir halislikle Hakk'a yönelirse, elbette kalpten perde kalkar ve kalbe açılım olur. Üç nura ulaşır, nur üstüne nur olur. Kalbindeki yakin gözüne, melekut alametleri ve acaiblikleri gözükür.
Okuduğunuz bu yazı İbni Arabi'nin Tedbirat-ı İlahiyesi'nden düzenledi . Dilimizin döndüğünce bir açıklama yapalım inşallah.
Alemdeki Güneş ve Ay Tutulmaları; Dünya'nın karanlıkta kalıp perdelenmesine, bizde ise 'kalbin perdelenmesi ve akıl tutulmalarımıza' karşılık gelir. Aklın, kalbin perdeli olması, birbirlerinden nur alamamaları, anlatıldığı şekilde bu nurların kesintiye uğraması insanda bir nevi tutulmadır diyebiliriz. Hayat enerjisi nasıl ki yemek içmekle gıdalanır. Bu üç nurun da gıdaları vardır:
Hayat, akıl ve kalp nurunun üçünün de dengede olması gerekir. Ne az, ne de fazla.
Midenin, gözün, kulağın hepsinin gıdası ayrıdır. Hepsinin helalden gıdalanması, yaratılış gayesine uygun kullanılması onların nurudur. Göz zahiri görür, görmesi nakıstır.
Akıl; ilim, mantık, fen konularından gıdalanır. Aklın görmesi idraktir. Kamil bir akıl değil ise, bol şüpheye düşer. Kendi bildiğini tek gerçek sanıp, yanılır ve kendini kısıtlar. Aklına uymayanı reddeder.
Perde arkasını, eşyanın mahiyetini, olayların iç yüzünü ilmi ile görür idrak eder. Hakikatler gözle görünmese de akla perdeli olmaz. Bilgiyi duyulardan toplar. Duyu ve hisler aklın keşif yapmasını sağlayan vasıtalardır. Göz ve duyular yanıldığında doğruyu onlara gösterir. Aklın nuru, kalbin nuru olmazsa eksik kalır. Akıl ifratta taassuba, tefrit de şüpheye düşer.
Yakin nuru ise şüpheye düşmez . Zunnun-i Mısri; "Gözün gördüğü her şey ilim, kalbin bildiği her şey yakindir" der.
Yakin nuru, şüphe duymaksızın güvenmek ve kesin bilgi, her türlü zandan kurtulup gaybı tasdik etmek,hakiki müşahede etmektir.
Delil ve bürhan'a ihtiyaç duymadan, iman kuvveti ile gerçeği görmek anlamına gelen yakin; şühut düzeyindeki kişinin, ilim hicabını yakıp, delilden idrake geçmesidir. Yakin üst seviyede bir 'İhsan Terbiyesi'dir.
Kalbin gıdası sahibini bulmak, O'nu tanımak, yakınlık kurmaktır.
Zikr; namaz, dua ve ibadettir. Bunlardaki eksiklik, insandaki eksikliğe işaret eder. Sadece kalbi besleyen mutaassıp olur.
Akıl, göz ve kalp hepsi birbirinin nuruna 'itidal' adına muhtaçtır. Buna 'nur üstüne nur' denir.
Bitti...
K.B.E. Yasemin Hafize ŞANLI
Çok güzel bir yazıydı hocam kaleminize sağlık...
Keyifli okumalar Emine Hanım, Rabbim bizleri anlayıp idrak edenlerden eylesin inşallah
Kelâmınıza kuvvet Yasemin Hanım.Mevlâ hakkı ile idraki bizlere lütfeylesin..