ACİZLİK
Bedenî veya malî yetersizlik sebebiyle dinî, hukukî yükümlülükleri ve işlemleri yapamama veya eksik yapma hali.(TDV islam A.)
Evet insan Allahın karşısında aciz yaratılmıştir. Acizlik sadece O’ nun karşısında kabul edilebilir. Âcizliğini bilerek Rabb’inin karşısında duran kul boş çevrilmez. Duanın kabul şartlarındandır.
Olayların insanların karşısında bir müslümana acizlik yakışmaz.
“Allah’ım! Acizlikten, tembellikten, korkaklıktan, ihtiyarlayıp ele avuca düşmekten ve cimrilikten sana sığınırım. Kabir azâbından sana sığınırım. Hayat ve ölüm fitnesinden sana sığınırım.”
Acizlik; özellikle bu hadiste, hayır ve iyilik yapamamak, yerine getirmek zorunda olduğu dinî ve dünyevî görevleri yerine getirememek anlamında kullanılmıştır. Namaz, oruç, zekat gibi Allah’a karşı görevlerini daha sonraki zamanlarda yapacağını ileri sürerek onları hep ihmal eden nice kimseler görülmektedir. Bu yanlış tutumu, ihmalden daha çok acizlik kelimesi daha iyi ifade etmektedir.
“Akıllı kişi; nefsini hesaba çekip ona hakim olan, ölümden sonrasını nazar-ı dikkate alarak ahiret için amel edendir. Âciz, zavallı insan ise; (akıllı kişinin aksine) nefsini beşeri arzu ve zevklerinin esiri edip, bunun yanı sıra Allah’tan kuru kuru dilek ve temennide bulunan, bunların gerçekleşmesini bekleyendir.”
Bu hadiste de aciz kişinin isteklerinin gerçekleşmeyeceği söylenir.
“Zira ameller şartlara uymakla gerçekleşir” der Saatlerin Hazinesi kitabinda Ay feleğinde M. İbni Arabi Hz.leri
Acizlik tefrit ve ifrat halleri beraberinde getirir.
Acizlikten Allah’a sığınmak gerekir.
ZAYIFLIK
Yapılacak işlerde kendini güçsüz ve zayıf görmektir. Zıddı güçlü olmak.
“Kuvvetli mü’min, (Allah katında) zayıf mü’minden daha hayırlı ve daha sevimlidir. (Bununla beraber) her ikisinde de hayır vardır. Sen, sana yararlı olan şeyi elde etmeye çalış. Allah’dan yardım dile ve asla acz gösterme. Başına bir şey gelirse, “şöyle yapsaydım, böyle olurdu” diye hayıflanıp durma. “Allah’ın takdiri bu, O, ne dilerse yapar” de. Zira “eğer şöyle yapsaydım” sözü şeytanı memnun edecek işlerin kapısını açar.”
Hadisten çıkarımlarımız şoyledir:
Gerçek kuvvet ve zaaf nefisle mücâhede noktasında kendisini gösterir.
Kadere rızâ ve teslimiyet, olaylar karşısında en büyük güç kaynağıdır.
Geçmişe hayıflanarak, geleceği gerektiği gibi değerlendirememek zayıf insanların işidir.
Din ve dünyaya faydası bulunan işleri başarmak için gayret göstermek gerekmektedir.
Müslümanlığı “mutluluk yarışı” diye yorumlayacak olursak, bu yarışta güçlü, kuvvetli, eğitimli, disiplinli, istekli ve şuurlu olmanın gereği kendiliğinden ortaya çıkar.
İman ve imana bağlı ibadetler mutlak hayırdır. Böyle olunca da kuvvetlisi ve zayıfıyla her müslüman hayırlıdır. Ancak inanç, fikir, niyet, âhirete meyil ve fizik olarak kuvvetli mü’min, bu açılardan zayıf olandan elbette daha hayırlıdır. Zira verilecek mücâhede güçlü olmayı gerektirmektedir. (İslam ve ihsandan alıntı)
KORKAKLIK
Korkak olma hali, cesaretsizlik, ödleklik.
Havf; korkmak, kaygılanmak, endişe duymak gibi anlamlara gelen havf kelimesi, genellikle “hoşlanılmayan bir durumun başa gelmesinden veya arzulanan bir şeyin elde edilememesinden duyulan kaygı ve korku.
Cübn ise cesaret ve atılganlık gösterilmesi gereken durumlarda ileri atılmaktan korkup çekinmeye yol açan ruhî zaaf, aklıselimin cesaretli olmayı gerektirdiği hallerde korku ve telâşa kapılmasıdır.
Cübn, özellikle kişinin gerçek veya hayalî bir tehlike karşısında hissettiği kontrol edilemez, önlenemez, panik derecesine kadar varabilen bir tedirginlik ve telâş hali için kullanılır.(TDV İslam A.)
Korkak insan, hayâl, vehim ve zanların esiri olup her şeyden korkar. Korkaklığı onu güvenilmez yapar.
Ashabdan, Bera’ b. Âzib (r.a): “Savaş kızıştığı zaman biz, Rasûlullah’tan cesaret alırdık” der sahabe. Peygamber Efendimiz de “Allah’ım! Korkaklıktan sana sığınırım” diye dua ederdi.
Korkak insan hayatta başarılı olamaz. Hakkını koruyamaz ve karşısına çıkacak engellere, güçlüklere karşı koyamaz.
Dolayısıyla korkaklık müslümana yakışmadığı gibi hiç bir kınayıcının kınamasından, İslâm’a karşı olan insanlardan korkmamak yalnız ve yalnız Allah’tan korkmak gerekmektedir.
Anne babanın yetiştirmesi de önemli bir faktördür.
ÇEKİNGENLİK
Güven yetersizliğidir. Kişinin söz veya fiil olarak kendini öne çıkarmaması demektir. Yetersizlik hissinin içsel adıdır.
Psikolojide aşırı utangaçlık, yetmeme korkusu ve reddedilmeye karşı aşırı hassaslık olarak tanımlanır.
Anne-babaların mükemmeliyetçi, koruyucu ve ceza verici davranışları da çekingen kişiliğin oluşmasında rol oynuyor.
Mahcup olma, rezil olma, aptal durumuna düşme, aşağılanma, kısaca toplum tarafından olumsuz değerlendirmeye maruz kalmaktan korktukları için toplumda kendilerini ifade etmekten, var olmaktan kaçınıyorlar.
Bu noktadaki kişiye düşen görev düşüncesini “Halk ne der?” den “Hakk ne der?”e çevirmektir. Eğer yaptığımız iş Allah rızasına uygunsa gerisi çok önemli değildir.
Anne baba ve öğretmenlere de yetiştirilme esnasında görevler düşer.
Bilinçaltından getirdiğimiz inanç kalıplarımızla çekingenlik yapabiliriz. Ay zamanlarında fark edip bu kalıpları aşmaya çalışmalıyız.
YALAN HABERLER
“Ey iman edenler! Eğer fasık bir kimse, size bir haber getirirse doğru olup olmadığını araştırın. Yoksa bir topluma cahilce kötülük edersiniz de sonra yaptığınız şeye pişman olursunuz.” Hucurat s 6. Ayet
Bu ayet Velid bin Ukbe’nin, Beni Mustalik kabilesine zekat tahsilatı için gönderilmesi ve Velid bin Ukde’nin daha önceki aralarındaki bir düşmanlık yüzünden korkup, Beni Mustalik’e gitmeyip Peygamber Efendimiz’e dönüp, “zekatı vermediler ve beni öldürmeye kalktılar” demesi üzerine nazil olmuştur.
Gelen haber dışarıdan da gelebilir, kalbe de gelebilir.
Ay zamanı gelen haberlere dikkat etmek gerekir. Dışardan gelen haber kimin işine yarar, hangi amaca hizmet eder. Fitne ve fücur da bu zamanın sıfatlarından olduğu için getirenin ahlakı ile iyi değerlendirilmeli, acele edilmemelidir.
Kalbe gelenler içinde, sizde şüphe endişe korku uyandırıyor, ümitsizliğe düşürüyor ise
bu haberlere itibar edilmemeli, şeytandan gelecek telkinlere karşı uyanık olmalıdır ki;
Geçmişle ilgili hayıflanma, geleceğe dair korku ve endişe ile doldurup bizi zayıflatıp aciz ümitsiz bırakıp sevinç ve mutluluk duygularımızı yıkmasın.
GIYBET
İnsanların aleyhinde incitici, küçültücü, söz ve davranışlardır. Kötülemek, yermek, çekiştirmek anlamına gelir. Arapça gayb kökündendir. Yani gıyabında, muhatabın duyunca hoşlanmayacağı şekilde konuşmak.
Nemime: Bozgunculuk amacı ile söz taşıma.
Tecessüs: Gizli hal ve kusurlarını araştırma anlamındadır. Hepsi haramdır, afettir. hastalıktır, kemiği olmayan dili tutamamanın belasıdır. İçinde barındırdıkları kötülükler ise, yalan, iftira, hased, fesad, tecessüs (gizli yönleri araştırma), arkadan çekiştirme, kusur arama, mahremiyete tecavüz, insanları birbirine düşürme, kin ve nefret tohumları ekme; bunun için yapılan komplolar, tuzaklar, kumpaslar, entrikalar, gizli hoş olmayan işler….
“Siz ey iman değerine ermiş olan mü’minler! Birbiriniz hakkında yersiz zanda bulunmaktan kaçının; çünkü bu şekildeki zannın bir kısmı da günahtır. Birbirinizin gizli yönlerini de araştırmayın, bir de arkanızdan birbirinizi çekiştirmeye kalkışmayın. Aranızdan, hiç ölmüş kardeşinin etini yemek isteyen kimse çıkar mı? Hayır, siz ondan iğrenirsiniz! O halde Allah’a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun. Şüphesiz Allah tövbeleri kabul edendir, rahmet kaynağıdır.” Hucurat S 12. ayetten de anlasilacaği üzere:
İnsanları “zanla hüküm vermekten”, “başkalarının gizli taraflarını araştırmaktan” ve “gıybet”ten sakındırmakta; kötü işlerden vazgeçip tövbe edenlerin bağışlanacakları müjdesini vermektedir.
FİTNE
Fitne kelimesi, sözlükte “altın ve gümüş gibi değerli madenleri saflığını anlamak için ateşte eritmek” mânasına gelen fetn (fütûn) kökünden türemiştir.
Fitne , imtihan, iyi veya kötü şeylerle deneme; mânevî çöküntü; dinî, içtimaî ve siyasî kargaşa anlamlarına gelir.(TDV Islam A.)
Fitne, imtihan, deneme, ayartma, azdırma, baştan çıkarma, karışıklık, kargaşa, ara bozma, fesat, küfür ve azgınlık anlamlarına gelmektedir.(ihsan ve islam)
İnsanlık ve islam tarihi fitnelerle doludur.
Şeytanın Hz. Âdem’le (a.s) mücadelesi, onu hanımı ile aldatması ve ayağını kaydırması fitnenin ilk örneğidir.
Bir diğer örneği Habil ile Kabil olayıdır. Şeytanın süslemesi ve aldatması ile insanların putlara tapmaya başlaması
Cemel ve Sıffîn vakaları, Hz. Osman ve Hz. Ali`nin şehid edilmeleri ve peygamberlerine karşı gelmesi ile fitne yeryüzünde yayılmaya başlamıştır.
Âhir zamanda fitneler daha çok olacak, öyle ki gece karanlığı gibi her yanı saracak, mümin, kâfir herkese bulaşacaktır.
En büyük fitne, deccâl fitnesidir. Dünyadan sonra kabirde de fitne ve imtihan devam edecektir.
Ateş olarak tabir edilmesi gerçekten de fitne, insanın içini ve dışını yakan bir ateştir. Bu ateş, kalplerin huzurunu, toplumların birlik ve dirliğini yok eder.
Üstelik o, son derece sinsi, umulmadık yer ve zamanda ortaya çıkabilen bir ateştir.
Dünyaya, hiç ölmeyecekmiş gibi şehvetle bağlanmak bir fitnedir. Şer’i hudutları aşan “mal sevgisi”, “evlat sevgisi”, “makam hırsı” ve bunun gibi hazlar birer fitne hükmündedir.
Mü’min fitneye düçar olmamak için, zaman zaman kalbine gelen fitneyi çağrıştıracak düşünce ve fikirlere karşı tedricen bir kalkan bulundurmalıdır.
Bu kalkan sürekli tevbe ve istiğfar, kalbi zikirle doldurmaktır.
Fitne, kalbi, birliği, dirliği, düzeni, huzuru, itidali ve istikameti bozar.
Mü’min şu idrak içinde olmalıdır: Nefsin hilesinden, şeytanın vesvesesinden ve şeytanlaşmış insanların fitnesinden korunmanın tek yolu bu iki nur, Kur’an ve sünnet ile hareket etmektir.
FÜCURLUK
“Yarmak, bir şeyi genişçe yarıp açmak” anlamındaki fecr veya fücûr kökünden türeyen bir sıfat olarak “dindarlık perdesini yırtan, fütursuzca günaha dalan, haktan bâtıla sapan kimse” gibi mânalar taşır.
Fâcir ise Kâfir veya günahkâr mümin anlamında kullanılır.
Fâcir kelimesinin kökünü oluşturan fücûr, “şehvet gücünün ileri dereceye varması” veya “nefsin insanı şeriat ve ahlâk ilkelerine aykırı işler yapmaya sevkeden özelliği” dir.
Şevketle ilişkilendirilmesinin sebebi fecere köküyle alakalıdır.
Fâcir Kur’an’da daha çok günah işlemenin nihaî noktasında bulunan “kâfir” mânasında kullanılmaktadır.
Bazı hadislerde yalan söyleyen, zina fiilini işleyen, Kur’an’ı okuduğu halde başkalarını ondaki buyruklara uymaya çağırmayan, yalan yere yemin eden, insanları aldatan ve faizcilik yapanların fâcir oldukları bildirilerek kelime “günahkâr mümin” anlamında kullanılmış
“Sonra da ona iyilik ve kötülük kabiliyeti verene andolsun ki…” Şems 8
“Fücûr” kelimesi “takvâ” kelimesinin zıddı olarak ifade edilmekte ve “takvâ”, “iyilik kabiliyeti” olarak, “fücûr” ise, “kötülük kabiliyeti” olarak ele alınmaktadır. Buradan da “takva” ve “fücûr”‘un zıt anlamlar olduğu anlaşilir.
Bilindiği üzere “takvâ”, insanın Allah’tan hakkıyla korkup, O’na hakkıyla inanıp, bağlanmak, nefsini O’nun himayesi altında tutup kötülüklerden koruma anlamlarını taşımaktadır ki, buna bağlı olarak “fücûr” da, Allah’ı hakkıyla tanımamak, O’ndan hakkıyla korkmamak, tam anlamıyla bağlanmamak ve dolayısıyla O’nun himayesi ve tasarrufunun dışında günah işleyerek, kötülük içinde bulunmak anlamlarına gelmektedir.
En zor hizmet, insan eğitimidir. Zira terbiye olmamış bir nefs, kişiyi dâimâ kötülüğe yönlendirir. Allah Teâlâ insan fıtratına fücur ve takvâyı yerleştirmiştir. Bu bakımdan daha çocukluğundan itibâren bunların tezahürleri onda görülmeye başlar. İnsanın saâdeti, günaha meylinin engellenip takvâ meylinin güçlendirilmesiyle mümkün olur.
“Ölen müminler dünya sıkıntılarından kurtulur, ölen fâcirlerden ise dünyadakiler kurtulur”
Sorularla İslamiyet ve TDV İslam A. den alıntılanarak düzenlendi
DUYULMASI HOŞ OLMAYAN ŞEYLER
Ay zamanı bol bol insanların birbirinin gıyabında yaptığı konuşmaları duyabilirsiniz.
Hastalık ve hastalanan insanların haberleri gelir.
Sosyal medyada kaynağı belli olmayan, insanları endişe ve korkuya düşürecek bir çok yalan haber dolanır.
Her yandan fitne ve fücur hücum eder.
Bilinçaltı kalıplarını yıkamayıp bilinçötesine geçememiş, bir duyguda sıkışıp kalmış insanların ızdırapları görülür. Depresif , sevinç ve mutluluk duygusundan uzak yasayan insanlarin olumsuz negatif konuşmalari ve şikayetleri çoğalır.
YAPILACAK İŞLERDE SÜRATLİ VE GÜÇLÜ HAREKET ETMEK
“Ne çok yavaş, ne de koşarak, vasat bir şekilde yürü!” (Lokman, 31/19)
Kur’an bizim bütün yaşam şeklimizi belirler.
Yürüyüşümüz, konuşmamız hatta günlük yaşamdaki hareketlerimizin vasat olmasını ister.
Süratli iş yapmakta acelecilik vardır. Acele yaptığımız işlerde de düşüncesiz hareket edebiliriz. Sonradan pişmanlık duymamak için itidalli hareket edilmeli. Süratli ve güçlü hareket etmek kaza ve yaralanmalara sebebiyet verebileceği gibi emanet olan bu bedeni zalimce kullanmaktır. Süratli kişi dikkatsizdir. Güç itidalde kullanıldığında insanoğluna fayda, ölçü kaçtığında ise muhakkak ki zarar verir. Kontrolsüz güç, güç değildir.
Süratli ve güçlü hareket etmenin bir sebebi de zamanı iyi kullanmamaktıŕ.
Ayrıca manik depresif kişilerde de süratli ve güçlü hareket etme vardır. Enerjileri çok yüksektir, çok konuşurlar. Kendilerini çok güçlü ve yenilmez hissedebilirler. Mani dönemindeki kişi umursamazca hareket eder ve gerçekdışı beklentilere girer; örneğin birikimleriyle kumar oynar, uygunsuz cinsel aktivitelere girer ya da mantıksız iş yatırımlarına girer, kontrolden çıkar.
HASTALIK
Ay feleği bedenimizde 7. Enerji merkezimizdir ve bebekliğimizdeki bıngıldak bölgesidir.
Bu enerji merkezinin dengesizliği kas hastalıklarına, eklem ve kemik rahatsızlıklarına karşı bedenimizin enerji savunma sahasını kaldırır.
Saflığı, affediciliği ve yenilenmeyi/dönüşümü simgeler.
Bu enerji merkezi, başımızın tepesinde ve kafatasının biraz yukarısında yer alır ve beyin, sinir sistemi, duygular, hipofiz/epifiz bezi ve hipolatamusla bağlantılıdır. Şunu da eklemek gerekir ki ay, tüm diğer enerji merkezleri ile bağlantılıdır.
Aşırı aktif ifratta çalışıyorsa;
-Dünyayla olan bağların kopması
-Kafa/zihin karışıklığı
-Beden bağlılığının zayıflaması
-Depresyon
-Empati eksikliği
-Sersemlik
-Işığa ve sese karşı aşırı hassasiyet görülebilir.
Ay enerji merkezinin bedenimizde dengede olmaması genellikle stresli bir çevrede yetişmekten, hızlı yaşam tarzından, çözümlenmemiş travmalardan ve çocukluktan başlayıp bütün hayat boyu dikte ettirilen derinlerimize işlemiş inanç kalıplarından, ay esmalarının yanlış açığa çıkmasından kaynaklanmaktadır.
Ay esmalarinin yanlış hale dökülmesi ruhsal gelişmemizi sınırlar. Keza cümleyi tersten yazacak olursak, ruhsal gelişmemize devam etmezsek ve ilerlemezsek, bu enerji merkezinin sağlığı bozulur. Sağlıksız yani dengesiz çalışması durumuda, bilinçaltımız tarafından yönlendiriliz ve hayatımızdaki döngüler, bu döngüleri bilinçli şekilde dönüştürene kadar tekrar tekrar karşımıza çıkar.
Ay enerji merkezimiz sağlıksız çalışıyorsa;
Ruhsal ilerlememizi engeller ve mental/duygusal ve ruhsal olarak stres altında olmamıza neden olur. Diğer semptomları listeleyecek olursak:
-Spiritüel olgulara karşı alaycı ve kuşkucu yaklaşmak
-Başkalarına karşı yabancılaşma duygusu, yalnızlık hissiyatı
-Farklı düşünme yollarına kapalı olmak
-Karar almakta ve hedef koymakta zorluk yaşamak
-Bilinçaltı tarafından yönlendirilmek
-Öğrenme güçlükleri
-Katı şekilde belirli inanç sistemlerine tutunmak
-Ruhsal olarak bağlantısız hissetmek
-Diğer enerji merkezlerinde aşırı faaliyet (materyalizm, hırs, açgözlülük, aşırı duygusallık, cinsellik takıntısı vb.)
Ay enerji merkezimizle ilişkilendirilen hastalıklar
Alzheimer, hafıza kaybı, kemik bozuklukları/hastalıkları, kanser, depresyon, baş dönmesi/sersemlik, epilepsi, korku, baş ağrıları, bağışıklık sistemi sorunları, uykusuzluk sorunları, migren, çoklu doku sertleşmeleri, çoklu kişilik sendromu, sinir sistemi hastalıkları, nevroz/sinir hastalığı, felç, parkinson, psikoz, şizofreni, bunaklık, tükenmişlik/aşırı yorgunluk, titreme, tiroid, hipofiz ve epifiz bezleri kaynaklı hastalıklar
Bedenimiz devamlı olarak bizimle iletişim halindedir ama genellikle biz bu sinyalleri görmezden geliriz. Her felekte oldugu gibi ay feleğinde de esmaları dogru anlayıp davranışa dökümezse, beden daha da sıkıntıya girer.
Vücudumuz ilk başta ufak sinyaller gönderir. Örn: Boğaz enfeksiyonu, ateş, ağrılar, vb. Genellikle bu semptomlar görmezden gelinir ve ilaçlarla iyileştirilmeye çalışılır. Beden daha sonra daha güçlü sinyaller gönderir. Örn: Astım, ciddi psikolojik sorunlar, kalp çarpıntıları ve ciddi olarak geliyorum diyen hastalıklar vb. Bu sorunlar görmezden gelinmeye devam edildikçe bu sefer en büyük mesajı gönderir. Örn: Kanser, depresyon, nörolojik hastalıklar vb. Bu nokta, istesek de istemesek de bir şeylerin iyi gitmediğini anladığımız noktadır.
Ay enerji merkezimizin esmaları kişide yanlış açığa çıktığında en büyük zehri, bağlılıktır ki; kurtulmamız gereken bağlılıklarımız olduğu gibi aidiyet gibi geliştirmemiz gereken bağlılıklarımız da
vardır.
Bağlandığımız düşünceler ve inançlar, inanç kalıplarımızı ve inanç kalıplarımız ise programlanmış zihnimizi oluşturur. Ay enerji merkezinin prensiplerinden biri, bizi kısıtlayan inanç ve düşünce kalıplarını sorgulayıp bunları dönüştürmektir. Ruhsal olarak ilerleyebilmemiz için çocukluktan, aileden, toplumdan ve sistemden gelen inanç kalıplarını sorgulayıp, bu programlanmış kalıpları yeniden ele almamız gerekir.
Ay enerji merkezi acizliği, korkaklığı çekingenliği, gıybeti, hastalıklarını ilah edinen, inanç kalıplarını yıkamayan insanlarda sağlıksız çalışır ve insanları hayal kırıklığına, erişememe hissine, mutsuzluğa, depresyona ve çeşitli hastalıklara sürükler.
K.B Eğitmeni Y. Hafize ŞANLI
Yorumlar (0)
Yorum Yazın