Cenâb-ı Hak şöyle buyurur: “Mûsâ, Medyen suyuna varınca, orada (hayvanlarını) sulayan birçok insan buldu.
Onların gerisinde de iki kadın gördü, (hayvanlarını sudan) men ediyorlardı. Onlara: "–Sizin bu hâliniz nedir?" dedi.
Şöyle cevap verdiler: "–Çobanlar sulayıp çekilmeden biz (onların içine girip hayvanlarımızı) sulayamayız; babamız da çok yaşlıdır.” (el-Kasas, 23)
Bunlar, Hazret-i Şuayb as'ın kızları Safura ile Süfeyrâ idi. Mûsâ as, sekiz gündür aç olmasına rağmen, çok güç de olsa kuyudan su çekti ve onların hayvanlarını sulayıverdi.
Hanımlar teşekkür edip oradan ayrıldılar. Daha sonra Şuayb as, Hazret-i Mûsâ’yı evine dâvet ederek yemek ikrâm etti. Hazret'i Mûsâ, günlerdir aç olmasına rağmen yemekte tereddütlüydü.
Şuayb as sebebini sordu. Mûsâ as şu muhteşem cevâbı verdi: “–Biz öyle bir âileyiz ki, bütün dünyâyı verseler, bir âhiret ameli ile değişmeyiz!
Ben size bu yemek için değil, rızâ-yı ilâhî için yardım etmiştim.” Şuayb as bu cevâba çok memnûn oldu ve: “–Bu ikrâmımız, yaptığın yardım için değil, misâfirimiz olduğun içindir; haydi ye!” buyurdu.
Bunun üzerine, çok yorgun ve aç olan Mûsâ as, yemeği kabûl etti. Hz Musa, kızlara Allah rızası için yardım etmiş karşılık beklentisi içerisine girmemiştir.
Bunun sonucunda Rabbi onu nimetlendirmiş, ihtiyacını gidermiş, salih niyet ve amelini zayi etmemiştir. Yorgun aç olmakta onu yapması gereken doğruyu yapmaktanda alıkoymamıştır. İmana vesile olan İhlas ise Hz Ali'nin vasıtası ile olmuştur.
Bir gazâda Hazret-i Ali, bir düşman neferini altına almış, onu öldürmek üzereydi. Bu esnâda adam, iğrenç bir davranışa meylederek ansızın Hazret-i Ali’nin nurlu ve mübârek yüzüne tükürdü. “Allâh’ın Arslanı” olan Hazret-i Ali için savaş meydanında alt ettiği o kâfirin kafasını bir hamlede uçuruvermek, işten bile değildi.
Fakat o, sırf Allâh için olan gazâ niyetine, o anda nefsinin müdâhalesinden endişe ederek birdenbire durdu ve elindeki Peygamber armağanı olan Zülfikâr isimli kılıcını yavaşça yere indirip düşmanını öldürmekten vazgeçti. Yerde perişan vaziyette ölümü bekleyen adam, bu hâle pek şaşırdı. Zîrâ o, tükürmek sûretiyle yaptığı çirkin hareket neticesinde, Hazret-i Ali’nin, öncekinden daha şiddetli bir mukâbele göstererek daha büyük bir hiddet ve öfkeyle kendisini öldüreceğini düşünmüştü. Fakat düşündüğü gibi olmadı; hayâl edemeyeceği bir hakîkatle karşılaştı.
İslâm ve gönül kahramanı olan Hazret-i Ali’nin bu davranışına akıl erdiremeyen o düşman, hayret ve merakla sordu: “–Yâ Ali! Beni tam öldürecekken niye durdun? Beni öldürmekten niçin vazgeçtin? Ne oldu ki şiddetli bir hiddetten târifsiz bir sükûna geçtin!.. Bir şimşek gibi çakmakta iken bir anda fırtınasız, sâkin bir hava gibi duruluverdin...”
Hazret-i Ali (rah) şöyle dedi: “–Ben Hazret-i Peygamber’in bana armağan ettiği bu Zülfikâr’ı, ancak Allâh yolunda kullanırım. Allâh düşmanlarının başını yine O’nun rızâsı için vururum. Buna da aslâ nefsimi karıştırmam… Sen yüzüme tükürmekle beni kızdırmak ve hakâret etmek istedin. Ben o an hiddete kapılsaydım, seni, nefsime tâbî olmak gibi, bir mü’mine aslâ yakışmayan âdî bir sebeple öldürecektim. Hâlbuki ben, gurûrumu tatmin için değil, Allâh için gazâ ederim.” Neticede o düşmanın gönlü, öldürmeye geldiği bir insanın ulvî ahlâkı karşısında âdeta yeniden hayat buldu.
Hazret-i Ali’nin îmânı, nefse mukâvemeti ve ihlâsından hisse alarak îmân ile şereflendi. Demek ki ihlas sahibi olmak nefsin ve şeytanın hilelerine düşmemek ve zafiyet göstermemekti. Bu örnekte olduğu gibi amelin ihlası insana ve çevresine hayat sebebidir. Bağdat’ta bakırcılar çarşısında büyük bir yangın çıkmıştı. İki çocuk, yanmakta olan dükkânların birinde mahsur kalmıştı.
Çocuklar “İmdât!” diye feryâd etmelerine rağmen, alevler çok şiddetli olduğundan hiç kimse kurtarmaya cesâret edemiyordu.
Çocukların ustası ise dışarıda çâresizlik içinde: “–Kim çocukları kurtarırsa ona bin altın vereceğim!” diye nidâ ediyordu. Yasemin, [9.06.2023 20:18] O sırada oradan geçmekte olan Ebu’l-Hüseyin Nûrî Hazretleri, bu hâdiseyi görünce hemen büyük bir şefkat ve merhametle ateşin içine daldı. Ateş, sanki ona gülistân oluverdi. Hazret-i Pîr, herkesin hayret dolu bakışları arasında, çocukları alevlerin ortasından Cenâb-ı Hakk’ın inâyetiyle sağ-sâlim kurtardı.
Çocukların ustası, büyük bir sevinç içinde Ebu’l-Hüseyin Nûrî Hazretleri’ne altınları takdîm etti.
Hazret-i Pîr ise birden kaşlarını çattı ve şöyle dedi: “–Sen altınlarını al ve Allah Teâlâ’ya şükret! Şâyet ben şu yaptığımı Allâh için değil de, maddî bir karşılık ümîdiyle yapmış olsaydım, çocukları o alevlerin içinden aslâ çıkaramazdım!”
Bu misalde de görüldüğü gibi, ihlâs olmadan ateşe el sürülmez. Dünya ve ahiret ateşinin insana atası İbrahim gibi "serin ve selamet " olması ancak ihlas ile mümkündür. Niyeti Allah rızasının dışında mal, mülk, para, menfaat, aşk olanın kavuşacağı şey niyetinden ibarettir. O da Allah'ın yardımı ile mümkündür.
Hayatta içine düşülen çaresizlik, hastalık, bela ve musibetlere karşı Allah'ın yardımı şarttır. “(Şeytan) dedi ki: Ey Rabbim! Andolsun ki, beni azdırmana karşılık ben de yeryüzünde onlara (günahları) süsleyeceğim ve onların hepsini mutlakâ azdıracağım. Ancak onlardan ihlâsa erdirilmiş kulların müstesnâ!” (el-Hicr, 40) şeytandan onun fitnelerinden, bizi aciz ve zayıf düşürmesinden ise ancak ihlâslı kullar korunabilecektir.
Allah Resûlü şöyle buyurmaktadır: "Allah sizin suretlerinize ve mallarınıza bakmaz, ancak kalplerinize ve amellerinize bakar." Amel suretse, ihlasta amelin ruhu.... Ve ihlas kalbin ameliydi....
Ruhsuz ameller biriktirmekten Rabbimize sığınırız.
K.B.E. Y. Hafize Şanlı
Yorumlar (0)
Yorum Yazın