Bloglar

JÜPİTER SIFATLARI

ALİM, HAKİM HÜKÜMDARLARIN MÜDAHALESİ

Vücud şehrinde hükümdar olan vali ruhtur. Yönetir, huzur ve mutluluğu, iç huzurunu hakimiyetini sağlar. Aksi halde heva ve hevesine uyan nefis o şehri felakete sürükler.

Aynı şekilde ülkede hakimiyet, huzuru temini, gerektiğinde müdahale etmek alim hakim hükümdarlara aittir.

Toplum içinde kurallarla yaşarız. Bu birliktelik ve uyum icinde yaşamak için önemlidir.

Kurallar beni bağlamaz, ben istediğim gibi araba kullanırım diyemez, devlet görevlisi trafik polisi müdahale eder ve cezasını keser.

Herkes dini istediği gibi anlayamaz. Ya da ben böyle namaz kılacağım diyemez. Fıkıh alimlerinden diyanetten buna müdahale gelir.

Yine mahkemelerdeki hakimler de bu müdahalelere örnektir.

VÜCUD TEMİZLİĞİ

Dinimiz maddi ve manevi temizliğe büyük önem vermiş, ibadetler için temizliği farz kılmıştır. Peygamber Efendimiz (s.a.v) temizliğin, imanın yarısı olduğunu belirtmiştir. 

Melekler de temizlikten hoşlanır, kirlilikten rahatsız olurlar. İnsanın rûhu da ancak temizlikte huzur bulur. Ümmet-i Muhammed’in alâmet-i fârikasıdır.

Müslümanın elbisesi temizdir, bedeni temizdir, mekânı temizdir, kalbi temizdir, rûhu temizdir, aklı temizdir, duyguları temizdir, lisânı temizdir, lokması temizdir… Hâsılı bir Müslümanın her şeyi temizdir. Bunların nasıl temizleneceğini de bizlere Cenâb-ı Hak -azze ve celle- Hazretleri, Rasûlü (s.a.v) vâsıtasıyla öğretmiştir.

Abdest ve gusül ile maddî olarak başlayan temizlik, namaz, Kur’ân-ı Kerîm tilâveti ve tavâf gibi ibadetlerle mânevî âleme geçer, mü’minin dünyasını arındırır; kalbini, rûhunu ve âhiretini nurlandırır.

Vücûdun dışını temizleyen abdest ve gusül, insanın rûhuna da anında sirâyet eder. Bu sebeple mü’minler devamlı abdestli bulunmaya dikkat ederler.

Mü’min abdest aldığında nasıl bir mânevî hâl kazanıyor ki şeytanlar ondan uzaklaşıyor ve melekler kendisine yaklaşıyor. Abdestsizlik hâli de nasıl bir mâhiyet arzediyor ki melekler bundan rahatsız oluyor ve o insandan uzaklaşıyor.

Sıcak yaz günlerinde bu temizlik daha da önem kazanır. Müslüman müslümana teriyle nefesiyle eza etmez. Tırnaklarını zamanında keser. Dişlerini temizler. Gerekli bakımını yapar.

“Müslümanlık temizlik dinidir Temiz olun! Cennete ancak temiz olan girer”

“Namazın anahtarı temizliktir” der hadisler.

YÜZ GÜZELLİĞİ

Gazâlî şekil ve sûret güzelliğini “bir şeyin, kendisine yaraşan ve mümkün olan kemâle sahip olmasıdır” şeklinde tarif eder.

Hüsün: Ar, güzellik ve rağbet edilen, sevilen şey demektir.

Peygamber efendimizden sonra güzelliği dillere destan Hz Yusuf’tur. Jüpiter ismi azamlarindan biri olan Hz Yusuf’a yüz güzelligi açisindan gayet cömert davranmıştır.

KALP TEMİZLİĞİ

Kalb temizliği, kalbin manevi kirlerden ve hastalıklardan arınmış olması demektir. Bu temizliğin en büyüğü, kalbin küfür karanlıklarından temizlenerek, iman nuruyla aydınlanmış olmasıdır.
Sonra, Allah’a karşı ibadet ve kulluk şuuru taşımak, O’na asi olup nankörlük etmekten şiddetle sakınmak, Kısacası Rabbine karşı olan vazifelerinde titiz davranmaktır.

Daha sonra, kalbin kötü duygu ve niyetlerden arınarak İslam ahlakının gerektirdiği güzel duygularla donanmasıdır. Bu duygulardan en mühim bazılarını alt alta sıralayalım.

1- Gurur, kibir ve kendini beğenmişlik duygularından arınmak, tevazu sahibi ve alçak gönüllü olmak.

2- Hakperest ve başkalarının haklarına saygılı olup haksızlık ve yanlışlıktan taraf olmamak.

3- Şefkat ve acıma duygusuna sahip olup zalimlikten uzak olmak.

4- Gösterişi terk edip Allah rızasını her şeyin önünde görmek.

5- Bencillik ve cimrilik duygularını terk edip yardımseverlik ve cömertlik duyguları taşımak.

6- Su-i zan ve kötüye yormayı terk edip, hüsnü zan ve hoşgörü sahibi olmak.

Allahu Teâlâ Hazretleri insana, Allah’ı yüceltmeye ve onu sevmeye ve ona tapmaya yarayacak; beğenmek, takdir etmek, kusursuz bulmak, sevmek, tapmak gibi bazı güzel duygular vermiştir.

Fakat insan nefsi bu kabiliyetlerini Allah’a yönlendirmesi gerektiği halde nefsine yönlendirir ve kendine tapmaya başlar. Kendinin çok değerli ve üstün bir insan olduğuna ve kusursuz, tertemiz olduğuna inanır. Eğer kendisine, ibadeti terk etmek ve büyük günahlara girmek gibi bazı önemli yanlışları gösterilirse, bu sefer kendini şöyle yüceltir: “Sen benim dışarıdan böyle göründüğüme bakma. Benim kalbim temiz.” Yani her hâlukârda kendini kusursuz görmeye şartlanmıştır.

KALP CÖMERTLİĞİ

Başkasının kabahatini görmemezlik demektir.

Cömertlik, israf ile cimrilik arasında orta bir durumdur. Cömert olabilmek için, el ile vermek kafi değildir. Ayrıca kalbin de verme işinden razı olması, buna karşı çıkmaması lazımdır. 

Kalp cömertliği, Allah’a güvenerek hayır yollarına infak etmek, bağışlamak, hataları yanlışları görmezden gelmektir. Başkalarından bir karşılık umarak, beni görsün, övsünler diye değil.

Kalbi cömert kişi yargılamaz, ezici olmaz, tahammülsüzlük yapmaz. Tefrit hallerde düşmez.

HAYA

Nefsin çirkin davranışlardan rahatsız olup onları terk etmesidir.

Hâris el-Muhâsibî, “kalbin sereserpe hareket etmekten sakınıp çekinmesi”, “Allah’ın hoşlanmadığı her türlü kötü huydan arınmak”  dır der haya için.

“Hayâ imandandır”
 “Dört haslet peygamberlerin sünnetindendir: Hayâ, güzel koku sürünmek, misvak kullanmak ve evlenmek”
“Her dinin bir ahlâkı vardır; İslâm’ın ahlâkı da hayâdır” 

Resûl-i Ekrem, Hz. Osman’a özel bir değer vermiş; kendisini ziyarete gelen Ebû Bekir ve Ömer’i rahat bir vaziyette karşıladığı halde Osman geldiğinde hemen derlenip toparlanmış; bunun sebebi sorulduğunda ise, “Meleklerin bile hayâ ettiği insandan benim hayâ etmemem doğru olmaz” demiştir.

“Hayâdan mahrum olmuş insanı artık kötülükten alıkoyacak, haramdan uzaklaştıracak bir engel kalmaz” der Maverdi.

Hâce Abdullah el-Herevî, seçkinler zümresi dediği tasavvuf ehlince takip edilen yolun ilk mertebelerinden saydığı bu anlamdaki hayânın üç derecesinden bahseder:

Kulun Allah tarafından görülmekte olduğu bilincinden kaynaklanan hayâ,

Allah’a yakınlık halindeki tefekkürden doğan hayâ,

Hazret makamını müşahededen doğan hayâ.

İlk merhalede kul mücâhedenin meşakkatine katlanmayı, belâlardan şikâyet etmemeyi öğrenir;

ikinci merhalede sevgide sebat gösterir, Hak ile ünsiyet kurup halktan ilişkiyi keser;

üçüncü merhalede ise hayâ ile heybet birleşir, Allah ile kul arasında ayrılık ortadan kalkar

MİSAFİRPERVERLİK

Misafirperver kelimesi genelde misafiri seven kişiler için kullanılır. Yani evine ya da bulunduğu ortama konuk gelmesinden hoşnut olan, ikramlarda bulunmayı seven ve gelen konuğu ağırlamaktan mutluluk duyan kişilere misafirperver denmektedir. Ayrıca misafire karşı iyi niyetle yaklaşan kişiler için de misafirperver tanımı kullanılmaktadır.

Misafirperverlik deyince ilk akla Hz İbrahim gelir.

“Allah’a ve Âhiret Gününe İman Eden Kimse Misafirine İkram Etsin”

Misafir gelince, rızkımız azalır sanmamalıdır! Bu, şeytandan gelen bir düşüncedir. 

“İblis, en azgın militanlarını malını hayra sarf edenlere gönderir.”

Cimrilik çok kötüdür. Misafir kabul edip cimrilikten kurtulmaya çalışmalıdır!

“Zekâtını veren, misafirlerini ağırlayan, darda olanlara yardım eden kimse, cimri sayılmaz.”

“Ancak şerli, kötü kimseler, misafir kabul etmez.”

Misafir bereket getirir.
“Misafir rızkı ile gelir, ev halkının günahlarının affına sebep olur.”

CÖMERTLİK

Eldeki imkânları meşrû ölçüler içinde, gönüllü olarak ve karşılık beklemeden başkalarının yararına sunma eğilimidir.

Cömertlik farklı isimlerle derecelendirilir. İsar, seha, lüm ve daha birçok çesidi vardır.

Allahın Kerim, Rezzak, Gaffar, Basit, Tevvab, Gani vb gibi cömertligi değişik yönleri ile ifade eden isimleri vardır.

Bir hadiste, “Allah cömerttir ve cömertliği sever” buyurulurken “cömert” karşılığında Allah’ın isimlerinden biri olarak “cevâd” kelimesi kullanılmıştır.

Cömertlik israf ve cimrilik diye adlandırılan iki aşırılığın (rezîlet) ortası sayılmıştır. İsraf şahsî ve ailevî harcamalarda aşırılığa kaçmak, nefsin kötü arzularını tatmin etme uğruna insanî ve dinî hiçbir gaye gütmeksizin eldeki imkânları saçıp savurmak, cimrilik ise dinin ve örfün gerekli gördüğü yerlere harcama yapmaktan kaçınmaktır. Kur’ân-ı Kerîm’de müslümanlara her iki aşırılıktan da sakınarak harcamalarında ölçülü olmaları emredilmiştir 

TEVAZU

Kibrin karşıtı olup kişinin başkalarını aşağılayıcı duygu ve davranışlardan kendini arındırmasını ifade eder. Türkçe’de alçak gönüllülük ile eşleştirebiliriz.

Kalpteki tevazu organlara huşû olarak yansır. Tasavvuf ehli huşûu kalbin bir hali olarak görür. Cüneyd-i Bağdâdî huşûu “kalplerin, gizlilikleri bilen Allah karşısındaki tevazuu” diye tanımlamıştır

Allah kibirli davrananları sevmez (Nahl 16/23). Allah rab, insan kul (abd) olup kulun görevi rabbinin karşısında tevazu göstermesidir.

“Sadaka malı eksiltmez, kul affederse Allah mutlaka onun şerefini arttırır, biri Allah için tevazu gösterirse Allah da onu yüceltir” hş

Resûl-i Ekrem, huzuruna getirilen birinin korkudan titrediğini görünce, “Sâkin ol! Ben kurutulmuş etle beslenen bir kadının oğluyum” diyerek onu teskin etmiştir Öte yandan Resûlullah, tevazu konusunda kişinin kendini küçültecek derecede aşırıya kaçmasını da uygun görmemiştir

Tevazu iki kısım olup biri övülmüş, diğeri yerilmiştir. Övüleni Allah’ın kullarına üstünlük taslamamak, onları aşağılamaktan sakınmak, yerileni ise dünya ehli karşısında dünya menfaati için küçülmektir.

İnsanın değerini yükseltmesi, şerefini arttırması gibi bireysel yararları yanında tevazu, toplumda kin beslemeyi ve birbirinden uzaklaşmayı önler, huzur ve kaynaşmaya vesile olur, böylece bir sevgi ortamı oluşturur. Çünkü insanlar arasında kibir kadar kin doğuran, tevazu kadar sevgi üreten başka bir şey yoktur.

Tevazu, kişinin haklarını koruyamayacak şekilde kendini aşağılaması ile olduğundan daha değerli görmesi şeklindeki iki erdemsizliğin ortasıdır

“Zenginlere karşı tekebbür, yoksullara karşı tevazu göstermek tevazu gereğidir” Kuşeyri

Bir hastalık sayılan kibrin tedavisi tevazu erdeminin kazanılmasıyla elde edilir. Kibir duygusunu yenmek farz-ı ayındır.

İNCELİK VE YUMUŞAKLIK

Zarâfet inceliktir, nezakettir, nezahettir, güzelliktir, ölçüdür, süzülmüşlüktür. Denebilir ki zarâfet, Resulullah Efendimizin “Müslüman, diğer Müslümanların elinden ve dilinden zarar görmediği, salim olduğu insandır.” 
İslam, insanı alır, süze süze, o davranış güzelliğine getirmek ister. 

İşte o terbiyenin içine “rahmetle donanmak” giriyor. “Kaba ve katı yürekli olmamak” giriyor ve “yumuşak davranmak” giriyor.

Yumuşak konuşmak
Sesini yükseltmemek
Sadaka zekat verirken incitmemek
Gözde bile incelik vardır. Kapıyı çalıp açılan kapıdan içeri bakışlar dikilmez.

İslam insanın her alanını terbiye eder incelik ve zerafet getirir.

Cemalinde insan başkalarının ne düşündüğü ile endişeli olabilir, celalinde ise bütün ifrat halleri sergileyebilir.

MERHAMET

Acımak, şefkat göstermek anlamındadır merhamet.

 Rahmet ve merhamet hem Allah’ın kullarına lutuf ve ihsanı hem de insanların birbirlerine ve diğer canlılara karşı şefkat, ilgi ve yardımları göstermesidir.

Merhamet kendimizden başlamak üzere ailemize, anne, babalarımıza, çocuklarımıza, eşlerimize yardıma muhtaçlara, hayvanlara ve aleme olmak üzere yayılmalıdır.

“İnsanlara merhamet etmeyenlere Allah da merhamet etmez” HŞ

İfratında yargılayıcılık, aşırı çalışmaya düşkünlük, ezici tavırlar sergilenebilir

Tefritinde ise başkalarının ne düşündüğü ile endişeli yapabilir.

YETERLİ KAMİL AKIL

Kendi yaradılış gayesini kavramış ve buna uygun hareket eden, Allah’ın yeryüzündeki halifesi olan kamil insanın aklıdır.

Akıl insanda azar azar ve yavaş yavaş ortaya çıkarak mükemmel hale gelir. Buna da «müstefâd», yani «kâmil akıl» adı verilir. İnsandaki akıl, kemal derecesin çıkmazdan evvel, eksiktir. Nitekim, çocuklardaki akıl böyledir. Akıl, zamanla gelişir ve meydana çıkar.

Aklın hakikatini ve kemal derecesini ancak Allah (C.C.) bilir. Cenâb-i Hak, bizim bu husustaki bilgimizi kolaylaştırmak için, akim zahirî sebebi olan bulûğ çağına gelmeyi, aklın mükemmel hale geldiğinin işareti olarak bildirmiştir. Dinin emir ve yasaklarına uyma mecburiyeti de, âkıl-bâliğ olanlar için konulmuştur. Gerçekten de, aklın gelişmesi bulûğ çağında olmaktadır. Çünkü, nefsin kuvvetleri ve bu arada akıl, insan bünyesinin olgunlaşması ile beraber mükemmel hale gelirler.

Kamil akıldan hayır işler çıkar doğru yanlışı ayırt eder. Olumsuz düşünceye itibar etmez.

Yeterli kamil akla sahip olmayan insan ifrat ve tefrit hallerinin hepsini sergileyebilir.

BİLİM

Bilim, insanoğlunun evreni anlama, doğal olayları ve bunlar arasındaki ilişkileri kavrama yolunda denediği akademik çabalar ve geliştirilen bilgilerdir.

Bilimin çok çeşitli tanımları vardır. Bilim akılla delillerle yol alır.

Bilgi insanın unuttuklarinin öğrenme yolu ile vakti zamanı geldiğinde hatırlamasıdır.

Eksikliğinde cemal yâ da cemal etkilerin hepsi ortaya çıkabilir.

HİLM

Öfke duygusunun coşkunundan nefsini koruma, ağırbaşlı, yumusak olma
anlamındadır.

Hilm sahibine halim denir.

Araplar akıl manasında da kullanmıştır.

Karşıtı sefeh ve chl dir yani hafiflik, hareketlilik ve cehalet

Gafur esması ile bağlantılıdır. Kullarının isyanından etkilenmeyen, günahkârlara gazap etmesi kendisini telâşa düşürmeyen, her işi olması gerektiği ölçüde yapan,
çok sabırlı, günahkârları cezalandırmakta acele etmeyen olarak ilişkilendirebiliz. Aynı zamanda kullarına karşı Gani dir

“Sende Allah’ın sevdiği iki haslet vardır; bunlardan biri hilim, diğeri de teennîdir”
hadisteki hilim “akıl”, teennî de “kararlılık, acelecilikten sakınma” anlamına gelir.

Hz. Ömer’in hilâfete kendisinden daha lâyık olduğunu düşündüğü Hz. Ebû Bekir hakkında söylediği, “O benden daha halîmdir” şeklindeki sözde halîm “akıllı, deneyimli, olgun” anlamına gelir.

Hilmin altında şu faziletleri sıralanır: Öfkeyi yenme, kerem (cömertlik, onurlu davranış), hoşgörü, af, gönül zenginliği, tahammül, kararlılık, kin gütmeme. Çeşitli kaynaklarda bunlara sabır, sekînet, vakar, ihtiraslara ve diğer bencil duygulara hâkimiyet gibi daha birçok fazilet eklenmektedir. 

“Kim gazaplandığı halde hilm (yumuşak huyluluk) gösterirse, Allâhü Teâlâ’nın sevgisi ona vâcip olur.” HŞ

Halim kolaylaştiricidir.

“Eğer sen katı ve kaba davransaydın, etrafından dağılıp giderlerdi” Âl-i İmrân sûresi 159

İnsanlarla olan ilişkilerde ihsanla, adaletle hareket etme, zulümden kaçınma, şehvet ve ihtiraslarına gem vurma, kibir ve gururdan sakınma hilim ruhunun belirtileridir.

“Onlar yeryüzünde hevn ile yürürler”(Furkan 25/63) âyetindeki “hevn” kelimesini de “hulemâ’” şeklinde açıklanmıştır. Buna göre âyetin meâli şöyledir: “Rahman olan Allah’ın -mümin- kulları yeryüzünde halîm olarak -vakar ve teennî ile- yürürler.” Hasan-ı Basrî de bu âyetin devamındaki, “Cahiller onlara sözlü sataşmada bulunduğunda, ‘Selâm!’ derler” ifadesini, “Onlar halîm insanlardır; kendilerine karşı cahilce ve küstahça davrananlara cahillik ve küstahlıkla karşılık vermezler” sözleriyle açıklamıştır. 

Hilim sıkıntılara karşı bir perdedir

 

Kendilik Bilinci Eğitmeni

Yasemin Hafize ŞANLI

Diğer Bloglar

Yorumlar (0)

Yorum Yazın

Yorumlarınız sistem onayından geçtikten sonra yayınlanacaktır.