Tebrizli Şems derler O'na. Tebrizin güneşi...
Öylesine ilerlemiştir ki bu yolda adete güneşe benzetilir. Işığını yansıtacak, karanlıkları aydınlatacak ay'ını arar.
Kendine şeyh bulmak için çıktığı yolculuklarda bütün şeyhler sonunda kendilerini O'nun müridi olarak bulurlar. Hocası O'na "seni kimse anlamayacak" demiştir.
Nasıl anlaşılabilirdi ki; madde aleminin firarisiydi. "Sen benim arkadaşlığıma dayanamazsın" der, sohbetlerine dayanabilecek kendini çözüp mesnevisini yazacak Mevlanasına yolculuk yapar.
Hz Şems’in hocası müridlerine “Diyâr-ı Rum’da Celâlettin isminde bir zatın irşad edilmesi murad edildi. “Hanginiz talipsiniz?” der...
Hz Şems sağ elini kalbinin üzerine koyarak, boynunu sola doğru eğerek susar, talibim kelimesini bile söyleyemez. Hocası, “sen anladın, bu işin sonunda başını vermek var” der.
Baş vermek, karanlık kuyulara atılmak olsada işin sonunda, Konya'ya gidilecek, ona nazar edecek ve o meşhur soru sorulacaktı. “söyle bakalım Bâyezid Bestâmi mi daha büyük, Peygamber mi büyük?”
Ve sonrası çoğumuzun bildiği bir aşk yolculuğu maddeden manaya... Mevlâna daha düşünmeden Şems anlatıyordu.
Hz Mevlâna, “Acaba şu konuyu bir sohbet konusu yapsak mı?” diye düşünürken, anlatmaya devam ediyor ve anlattığını Hz Mevlâna ezberliyordu.
Şems, gönülden gönüle eğitiyordu. Hz Mevlâna bir beytinde, “Hani diyor,”bir gün âlemleri seyretmek, Cenâb-ı Hakk’ın hikmetlerini öğrenmek için, senden niyazda bulunmuştum da birdenbire timsah oluvermiştik. Timsahın gözlerinden deryaları seyrettirmiştin bana. Ben de hayretler içerisinde kalmıştım. Çünkü timsahın gözünde deryanın bir bardak su kadar küçüldüğünü bilmiyordum” diyor… Bunun meali Cenâb-ı Hakk’a yakınlık için, Cenâb-ı Hakk’ın her yerde hâzır ve nâzır olan kudretini herhangi bir eşyanın bir noktasından seyredebilmektedir.
Bunu da Allah’a yaklaştığımız zaman seyretmek, sezmek zorundasınız. Bu büyük mârifeti öğretiyordu Hz Şems. Hz Mevlana marifet yolculuğuna Şemsi ile böyle çıkar.
İnci gibi mesneviler dökülür kaleminden dilinden... Arifler, bu yolun büyükleri bilirler, bazen ifade ederler bazen edemezler. İfade etselerde anlaşılamazlar. Kalemleri, kelamları çoğu zaman ehlinedir. Avam anlamakta zorlanır.
Nasıl zorlanmasın ki; her Şems'in bir Mevlanası yoktur. İbn'ül Arabi zamanın kutbu Ebu Medyen'den bahseder. Ebu Medyen ki O'nun şeyhidir. Kutupdur, herşeyi bilir ama O'nu "nutuk sahibi" olarak nitelerken, "ibare fethi verilmemiştir" der.
İbare fethi verilmediği için anlatım eksiklikleri yaşar. İbare verilmeyen dar çerçevede anlatır, izahati yetersiz olabilir. Anlamak bir marifetken, anlatmakta bir marifettir. Söz söylemek, yazmak, ayrı bir marifettir. Hele dinlemek ve dinlenmek...
Arif, kamil insan bir itikada kayıtlı kalmadan her mertebeden görür ve gördüğünün Hak olduğunu bilir. "Bize yakın olanlar, ancak bizi anlarlar." der ibn'ül Arabi. Bu meşrebi sevenler, ruhlarını burada sabit ve mutmain tutarlar.
Yine Mevlâna hazretleri, Hz Şems’e bir gün; -Sultanım, pek çok yerlere uğradın, orada irşâd edecek insanlar bulamadın mı ki buraya kadar zahmet ettin? diye sorar.
– Gittiğim yerlerde hep haşa Allah'lık davasında olanlara rastladım hiç "kul" olana rastlamadım, ilk defa kul'a rastlıyorum, O da sensin, der. Hz. Şems meşhur sözünü söyler “Biz kıyamete kadar Mevlâna’nın yüzde biri kadar kabiliyetli bir kul bulursak mutlaka teşrif eder, kendisini irşad ederiz.” der…
Gönülleri gönüllerde ,nazarlarda eritip, benlik putlarını kırmaya hazır olanları bekler Şemsler, kul olmaya hazır mısınız....
K.B.E. Yasemin Hafize Şanlı
Yorumlar (0)
Yorum Yazın