MERKEZLENMEK VE MERKEZ EFENDİ
Hak dostlarından Sünbül Sinan Efendi, bir gün müritlerine şöyle sorar:
- Eğer Cenab-ı Hak, bu kâinatın idaresini size vermiş olsaydı ne yapardınız?
Böyle bir soru ile hiç karşılaşmamış olan müritler çok şaşırırlar. Fakat hocalarına bir cevap verebilmek için düşünüp farklı farklı görüşler ileri sürerler:
- Efendim, dünya üzerinde bir tek kafir bırakmazdım!
- Bütün kötülükleri yok ederdim!
- İçki içenleri helak ederdim!
İçlerinde biri ise cevap vermeden susuyordu. O kişi, Sünbül Sinan Hazretlerinin dikkatini çekti ve ona bakarak sordu:
- Evladım! Ya sen ne yapardın?
Edebinden yüzü kızaran mürit, büyük bir mahcubiyet içinde dedi ki:
- Efendim! Allah Teâlâ’nın bu kâinatı idaresinde -hâşâ- bir noksanlık mı var ki, ben farklı bir şey yapabileyim? Kainattaki ilahî düzen, kusursuz bir şekilde işlerken ben; aciz, kısıtlı aklımla “Şunu şöyle yapardım, bunu böyle yapardım!” diyebilir miyim? Ne haddime!
Ve...
Bundan sonra o mürit oldu bizlere Merkez Efendi...
Çoğumuzun bildiği bir hikayeydi Merkez Efendi hikayesi. Peki biz bu merkezlenmeyi nasıl oluşturacağız? Ya da merkezlenmek ne demek ve neden bu kadar gerekli?
Hay Allah... Dünyanın binbir türlü halleri... Her nefeste bir tecelli. Düşüncelerin gün içinde binlerce kez beynimize hücum etmesi... Düşünceler... Bizi bırakmayan o eksik Esma halleri...
Her biri, bir yaratılış gayesi! Fakat her gelen tecelli huzurlu değil maalesef. Maalesef diyorum çünkü nefsin isyanı söz konusu, oysaki herkes merkezindeydi değil mi? Neyse bu gelen tecelliler bazen sıkıyor, boğuyor ve daraltıyor bizleri. Bazense cemaliyle herşey yolunda gibi gösteriyor. Ta ki kendimizde ya da çevremizde sorunlar çıkana dek...
Sorunlar baş gösterdiğinde,kapılar tek tek yüzümüze kapandığında ve bütün çözüm yolları tükendiğinde (çözümler tükenmez aslında algılarımız kapandığında) şaşırıp kalıyoruz dünya denen itidale geçiş anında. Rahat bir nefes için yol arıyoruz. Bu yollar, itidal dediğimiz zamanın getirisi olan haller kadar yakın aslında bize.
Yazının başında bahsettiğim Mars'ın itidali olan zamanın kurtarıcılardan ''Merkezlenme'' nin bizde nasıl oluşacağından bahsetmek istiyorum sizlere yakinimde gördüğüm kadarıyla.
Ve yine bir gün...
Zaman geldi geçiyor derken merkezine gel diye diye söylendim durdum. Düştüm, kalk dedim burası değil senin yerin, kalktım öyle bir tepeye çıktım ki ne han kaldı bu sefer ne de hancı, yalnızlık oldu başımın tacı. Gel dedim yine gel, merkeze gel, ortaya gel. Bak dedim; suçlama etrafı herşey yerli yerinde...
Zaman dediğimiz o meçhul geçip giderken ömür dergahından, hiç çözüme ulaştırmadı etrafı yıllarca suçlamak. Bir şairin de dizelerinde dediği gibi;
''Tam otuz yıl saatim işlemiş ben durmuşum
Gökyüzünden habersiz uçurtma uçurmuşum."
Ah dedim ah!
Suçlamak durmak demektir bilir misiniz? Herkes suçlu ben haklı. Yok öyle bir dünya. Suçlayıp durursan etrafı işte öyle kalırsın aynı yerde yıllarca. Ah ki ne ah...
Bir düşün bin ah... Doğru düşün, doğru düşle ki olsun sana tüm yollar Hak!
Gelelim şimdi merkezin kapısına, çıkaralım nalınlarımızı, giremeyiz yoksa o kapıdan. O öyle bir kapı ki gönlünde sevgi barındırmayan kimseye aralamaz ışığını.
Merkezin kapısında kendini ya da bir başkasını suçlamak yoktur. Bir hak vardır, onun da yolu sevgiden ve salt sevmekten geçer. Rabb'in seyri süluğu. Seyre dalarken kendini, koşulsuz şartsız rahmeti ve sevgisi ile bizleri sevmesi...
Şimdi çıkardın mı nalınları? Suçlamayı bıraktın mı etrafı ve de kendini? Temize çıkardın mı kalbini? Bıraktın mı kin ile öfke denen kardeşlerin birbirini affetmeyen hallerini? Yaklaş yakine, gör hakikati... Bilir misin bu saldırgan duyguların hepsi kocaman bir sevgi eksikliği?..
Gidelim mi şimdi gönlümüzle Mevla'nın kapısından kulu olan Mevlanaya. Anladın mı şimdi "Ne olursan ol yine gel" haykırışını...
"Bizim dergahımız ümitsizlik dergahı değildir" düsturunu yaz şimdi sinene...
Şeytan gelip yüreğine ümitsizliği fısıldarken, kendimizi suçlama dediğimiz karanlıklara sürüklemeye çalışırken, hatırla o yazıyı ve dön git ümitler şehri aklıselime.
O akıl ki selimiyet versin kalbine, meleklerin sesine yer açılsın diye.
Affet artık kendini ve suçladıklarını. Sevgi ile anlayışı kar, kat kendine. Önce kendi değerini sen belirle. Adalet denen o terazide herkese yeteri kadar sevgiyi haktan al ve ver suçladığın o ahalinin üzerine. Kurdun hak terazisini koydun ortaya. Merkezlenmeyi gördün, oradaki muntazam dengeyi. Eğildin o secdeye, ayrıldın ben haklıyım, ben üstünüm diyen şeytanın o ilk günahından sevgi ile.
Seni var eden seni severek halk etti. Ve sen de şimdi yürek kapını affetme duygusu ile genişleterek, varlığını en güzel şekilde hakka ahiret terazisi kuralacağında bahşet.
Affet artık affet. Kendini ve diğerleri diye yaratılmış sayıp ayrıştırdığın varlıkları affet. Affet ki akıl gözün açılsın, kalbin feraha, ruhun melekiyete, bedenin sıhhate kavuşsun.
Not: Hiçbir zaman tek başına bir suçlu yoktur. O yüzdendir herşeyin merkezinde oluşu. Ve merkezin en güzel hali, itidali oluşturmakla ortaya çıkar.
Sözlerimi Mevlana'nın bir sözü ile sonlandırmak istiyorum:
"Küsmek ve darılmak için bahaneler aramak yerine, sevmek ve sevilmek için çareler arayın."
Merve KARADENİZ
Yorumlar (0)
Yorum Yazın