Bloglar

NEFES, KALP VE HAL      

          “Allah size zahir ve batın nimetlerini bol bol verir.” (Lukman, 20) ayetinde geçen zahirî nimetlerin dış organlara ait Allah’ın ihsanı olan taatlar , batinî nimetler de kalpteki duygular ve manevi hallerdir.

Hal böyle iken günümüz insanı dışına çok önem verir oldu. Tabi ki temiz ak pak giyinip çıkacağız fakat bunun artık abartılıp gösterişe ve ısrafa kaydığı zamanlardayız. Halbuki israf bir ifrat hal olup haramdır.

Bir çok müslüman kardeşimizde dışıyla hemhal olup her an halden hale giren kalbinden, nefsinden habersiz, kalpteki salah ve fesadın vücudun her tarafına tesir ettiğinden bir haberdir.

Cüneyd Bağdadî: “Zahirine özen gösteren bir süfi görürsen bilesin ki onun batını haraptır.” der. Namazda, abdestte ve diğer ibadetlerimizde nasıl ki farz ve sünnetlere riayet ederiz.

Buna zahiri hıkıh deriz. ibadetlerin olmazsa olmazlarıdır, şeri hükümler. Aynı şekilde  batını fıkıh olan kalp ve iç alemimize de bir düzen getirmek gerekir. Mesela namazın dış organlara aid kıyam, kıraat, rukü ve secde gibi bir takım zahirî farzları bulunduğu gibi, huşu ve ihlas gibi kalbe ait farzları da bulunmaktadır. Zahir ve batın bir kuşun kanatları olsa o kuş tek kanatla uçup kanatlanamaz.

Tasavvuf bir batıni ilimdir, çift kanat ister. Günümüzde çok farklı anlaşılıp yaşanır olmuştur. Tasavvuf Şeb-i  Aruz törenlerinde ki dönmelerden ibaret sanılır oldu. O dönmedeki mana unutuldu.

Bir çok ibadet şeklen surette kalıp manaları oluşturulamadı. «Kim dünyada bir suret yaparsa ona ruh üflemekle yükümlü tutulacak ve yapamayacaktır." (Hş). İnsan her nefeste, kelimede, zikirde , amel ve ibadetlerine bir suret oluşturur. Onun ruhu ise ihlastır. Dünya hayatında amellerini ihlassız yapanlar dünyada veremedikleri o ruh ve manayı  ahirette oluşturmayacaktır.

Kul hal ilminden, batını fıkıhtan, erdemlerden, tasavvuftan yani kalbinden habersizse, neden haberi olursa olsun fayda etmez. Kendini bilmeyen neyi bilir....

İnsanın irâdesi ve çabası olmadan kalbe gelen manâ, feyz, bereket, mârifet, his ve heyecan olarak tanımlanan hâl, tasavvufun üzerine eğildiği ana konulardan biridir.

Haller sabit değildir heran değişir. Manevi bir terbiyeye ihtiyaç duyar. Amellerde ki sıhhatte hallere bağlıdır. Kalplerde ki bu boşluk neyle dolar ki? "Kalpler ancak Allah'ı anmakla mutmain olur" 

Peki, namaz kılan insanlar Allah'ı anıyor, zikrediyor ama huzurlu değiller. “Namaz insanı her türlü kötülük ve münkerden alıkoyar” (el-Ankebüt, 45) ayetinin sırrının tecelli etmesi, namazın zahirî farzlarından başka batinî farzların da yerine getirilmesine bağlıdır. Hali terbiyeden geçmeyen, kendilik farkındalığını oluşturamayan insanın şahsiyeti oluşturması, nefsi üzerinde ve insanlar üzerinde de tesirili olabilmesi düşünülemez.

Sıkıntı ve belaya düştüğünde hakikat ve kader sırrı çerçevesinden bakamadığından, nefsin etkisi altıda çözümsüz kalır. Bela ve musibetler, sorunlar dağ gibi katlanır büyür gelir. Kalden hale geçen insanların halleri sabit olunca çok konuşmayı da lüzumsuz görürler.  Bedenleri susar, halleri sessiz konuşur.

Mevlana  “Kâl ile tebliğ” değil, “hâl ile tebliğ” evlâ imiş der. Her nefesin kaldeki yolculuğu için sizleri derslerimize davet ediyoruz. Hal ilmi farkındalığı için bizimle irtibata geçin...

 

K.B.E. Y. HAFİZE ŞANLI

Diğer Bloglar

Yorumlar (0)

Yorum Yazın

Yorumlarınız sistem onayından geçtikten sonra yayınlanacaktır.