Tevazu halkta güzeldir; fakat zenginlerde daha güzeldir. Kibir halkta çirkindir; fakat fakirlerde daha çirkindir.
Lokman (as) "Her şeyin bir bineği vardır, amelin bineği de tevazudur." buyurur. Zünnûn-ı Misrî der ki: "Tevazunun üç alâmeti vardır:
1- Ayıplarını bilerek nefsini küçük görmek.
2- Müminlere inancına hürmeten saygı göstermek.
3- Kimden gelirse gelsin hakkı ve nasihati kabul etmektir." Kul, gerçek tevazuya ancak kalbinde müşahede nurunun parlamasıyla erişebilir.
Çünkü müşahede anında nefis erir. Nefsin tesirini yitirmesiyle kul, kibir ve ucubun aldatmalarından kurtulur.
Bu sayede nefis, Hakk'a karşı itaatkâr; halka karşı da yumuşak olur. Ebû Hafs (ra) şöyle dedi: "Kim kalbinin mütevazı olmasını arzu ederse salihlerle arkadaşlık etsin, onların saygınlıklarını kabul etsin.
Mütevazı kişiler, içlerinde onlara karşı besledikleri aşırı tevazudan dolayı onlara uyarlar ve büyüklük taslamazlar."
Süfyan-ı Sevrî (ra) de şöyle dedi: "Beş kişi vardır ki, halkın en şereflileridir:
1- Zâhid âlim,
2- Mutasavvıf fakih,
3- Mütevazı zengin,
4- Şükreden fakir,
5- Sünnete bağlı şerefli kişi."
Yusuf b. Esbâd'a tevazunun en son sınırlarından soruldu. O şöyle cevap verdi: "Evden çıkıp da karşılaştığın herkesi kendinden daha hayırlı görmendir." Denildi ki, tevazunun aslı ikidir:
1- Nefsi tanımak: Nefsin pisliklerinin çokluğunu, nefsin aşağılıklarını; zayıflık, fakirlik, zelillik, kötülük ve şehvete uymak gibi nefsin noksanlıklarını bilmek ve tanımaktır.
2- Allah Teâlâ'nın azametini, insan kalbindeki kudretini tanıyarak Allah'a boyun eğip huşû duymak ve Allahu Teâlâ ve kullarına tevazulu olmaktır.
Kim nefsinin gizliliklerini bilirse, yükseklik ve şerefe tamah etmez, tevazu yoluna sülûk eder. Kendisini zemmeden kimseye karşı düşmanlık yapmaz. Kendisini öven kimse için de Allah'a şükreder.
Kaynak: Miftâhu'r-Rüşd
Yorumlar (0)
Yorum Yazın