Bloglar

VENÜS SIFATLARI

YUMUŞAKLIK

Lutf (yumuşaklık),  hilm (kolaylık gösterme), rıfk kökünden türeyen refîk “yumuşak ve nazik davranan kişi, arkadaş, dost” birbirine yakın anlamlardır.

” Yumuşaklık tatlılık demektir; başkalarına davranırken insanın güzelliği bu özelliği ile ortaya çıkar. Kim yaratıklara Rabbine davrandığı gibi davranırsa, kendi kalbinde ve insanların kalbinde kimin bulunduğunu anlamış olur.” der İbn-i Arabi Hz.leri.

Hadiste der ki:” Allah Teala hilm sahibidir. Yumuşak muameleyi sever.”

Diğer bir hadiste:” Kendisine yumuşaklık verilen kimseye dünya ve ahiret iyilikleri verilmiştir. Yumuşaklıktan mahrum olan kimse ise dünya ve ahiret iyiliklerinden mahrum olur.”

“O vakit Allah’tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın! Şayet sen kaba, katı yürekli olsaydın, hiç şüphesiz, etrafından dağılıp giderlerdi.” Al-i İmran 159

Yine Taha 43 ve 44’te Hz Musa ve Hz Harun’u Firavun’a gönderdiğinde şöyle buyurur:

  “Firavun’a gidin; çünkü o, gerçekten çok azgınlaştı.”
 “O’na yumuşak ve gönül alıcı sözler söyleyin. Belki o, böylece aklını başına alır veya hiç değilse biraz korkar.

Peygamberler,Allah’ın ahlakı ile ahlâklanmış onun emri ile yumuşak davranmışlardır.

Vahiylerde Allahu Teala kullarına da bu şekilde davranmıştır.

Önce içki ile ilgili “sarhoşken namaza yaklaşmayın” buyurmuş, kullarının kalbine iman yerleşince emrini netleştirip, ” içki haramdır” demiştir.

Hz Mevlana Taha suresindeki ayetlere dikkat çekmiş, “Allah’ın, Ey Musa, Firavun’a karşı yumuşak söz söyle, ona yumuşaklık göster, sözünü iyi anla. Zira kaynayan yağa su dökersen ocağı da harap edersin, tencereyi de.”

Hilm, yumuşak huyluluk, sakin ve ağır başlılık, övülen bir ahlak olmakla birlikte bir çok hayrı beraberinde getiren bir davranıştır. Sert ve öfkeli bir kişi yumuşaklık karşısında bu tavrını koruyamaz yumuşar, nefsi durulur, akıl dairesinde düşünmeye ve davranmaya mecbur kalır. İnsanın içindeki güzellikler ortaya çıkar.

“Eğer Allah, zulümlerinden dolayı insanları hemen cezalandıracak olsaydı, yeryüzünde hiçbir canlı bırakmazdı. Fakat, onları belli bir süreye kadar erteler.” Nahl 61

Allah da kuluna yumuşak davranmakta, mühlet vermekte ve hemen cezalandırmamakta hatta hatasından dönüp tevbe etmesi için son nefesine kadar bu kapıyı ona açık tutmaktadır.

Allahın ahlakı budur; affeder, kin tutmaz, yumuşaklıkla muamele eder. Hakikat cihetinden bilir ki her yaratılmış, yaratılış gayesine hizmet eder.

İNSANLAR ARASINDA SEVGİ VE ANLAŞMA

Sevmek; muhabbet etmek anlamındaki ”vüdd” kökünden türemiş olan vedûd, “çok seven, çok sevilen” demektir.  Meveddet de denir. Burda sevgi sebat bulur. Ardından ”hub” gelir. Sevenin iradesinden çıktığı, durulduğu yerdir. Seven sevdiğinin iradesine göre hareket eder. Sonra da ”aşaka” denilen seven ve sevilenin ayrılamadığı yer gelir ona da aşk denir.

“Canım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki sizler iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız. Yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi? Aranızda selâmı yayınız!”

Peygamber Efendimiz (sav) bu hadiste şunlara işaret eder:
-İmansız cennete girilmez.
-Birbirlerini sevmeyenler gerçek mânâda iman etmiş sayılmazlar. Çünkü iman sevgiden doğar, sevgi ile kemâl bulur. Her şey Rahman isminden varlığa çıkmıştır. Sevgiden halk olmuştur.

Selâmlaşmak müminler arasındaki sevgi bağlarının kuvvetlenmesine vesîledir.

Selam vermek müminin vasıflarındandır. ”Elimden dilimden selamettesin” demektir.

Mü’minlerin birbirlerini sevmemeleri, iman zayıflığının işaretidir.

İman sahibi bir insanın, yani bir müminin hoş karşılanmayan hareket ve davranışları olabilir ama imanı sevmeye sebeptir. Hoş olmayan söz ve davranışları sevilmez, kendisi sevilir.

Sevgi bir bağdır insanları birbiri ile anlaşmaya götürür. Sevgi nasıl bir ihtiyaçsa, anlaşılma isteğide öylesine güçlü bir ihtiyaçtır. Anlaşılmadığını düşünen insan reddedildiğini zannederek ait olma ve güven duygusunu kaybeder. Kendisini değersiz ve yetersiz hisseder, sevilmediğini düşünür. Ve birçok psikolojik rahatsızlığın altında sevilme ve anlaşılma ihtiyacı çıkar.

Venüsün El Berr, El Gani, El Adl, El Halim, El Cami, El Vedüd
gibi esmaları sevgi ve anlaşmayla ilişkilidir.

İfrattakiler anlaşılmayıp sevilmediklerini düşündüklerinde;
Talepkar olabilirler(sevilmek için farklı yollar denerler), madde bağımlılığı geliştirebilir, panik yapabilirler, ve abartıcı tavırlar içine girebilir hatta fedakarlık yaptıklarını düşünebilirler

Tefritteki insanlar ise; kendilerine acıyabilir, paronoya içine düşebilir, karar vermekte güçlük çeker, üzülmekten de korkabilirler. Çıkarları ve nefsi için yakınlaşmalar insanları korkutur.

DOSTLUK

Farsça’da “seven, sevgili, yâr” anlamındaki dôst kelimesinden gelen dostluk İslâmî literatürde; sadâkat, uhuvvet, meveddet, sohbet gibi değişik kelimelerle ifade edilmiş, ayrıca velî ve refîk kelimeleri başka anlamları yanında “dost” mânasında da kullanılmıştır. Kur’ân-ı Kerîm’de bu anlamda en çok geçen kelime velîdir. (TDV İslam A.)

Dostluk insanlar arasındaki samimiyet ve sevgiye dayalı bağlılık hali olup, Tevbe süresinde : ” Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin dostudurlar” buyurur. Dostluk, ancak Allah içindir. İslâm dışı bir gaye için dostluk kurulmaz.

Enfal süresinde de: “Kâfirler de birbirlerinin dostudurlar.” buyurur ve Nisa süresindeki şu ayetle noktayı koyar: “Ey iman edenler! Müminleri bırakıp da, kâfirleri dost edinmeyin”. 

Peki neden onları dost
edinmememizi emreder? Cevap Peygamber Efendimizden gelir:
“İnsan, dostunun dinindedir”,diğer
bir hadiste de;  “insan sevdiği ile beraberdir” buyurur.

Enfal süresinde de eğer biz birbirimizle dost olamazsak ; “İnkâr edenler birbirlerinin dostlarıdır. Eğer siz aranızda dost olmazsanız yeryüzünde kargaşalık, fitne ve büyük bozgun çıkar. ”  buyurur.

Her insanın onunla samimi olacağı, duygularını paylaşacağı, seveceği ve sevileceği görüş birliğinde bulunacağı dostlara ihtivacı vardır. Dostluklar, Allah rızası için ve çıkarsız olursa sürekli olur. Bir müminin genel olarak bütün müminlere dostluk göstermesi sünnettir. Ayrıca, ferd olarak her müminin en çok sevdiği, bağlandığı dostları, arkadaşları da bulunur. Hz. Muhammed (s.a.s.) ile Hz. Ebu Bekir arasındaki dostluk ya da ensar ve muhacir arasındaki gibi… Dostlukta
aynilesme başlar, tıpkı bir vücudda aynı kalp gibi.Dostluğun temel harcı muhabbettir. Hakîkî muhabbet; cefâları safâ, zahmetleri de rahmet hâline getirir. 

İslâmî dostluk kavramı, yüzeysel bir dostluk olmayıp, sorumluluk, ahde vefa, kendisi için istediğini kardeşi için de istemek gibi derin mânâlara sahiptir. Ayetlerde velâyet kelimesi ile dostluğu, tek kelimede zikreder. Dostluk, velâyetin izahıdır ve velâyeti müslümanlara verirler. Bunun manası dostluğun getirdiği bütün maddî ve manevî sorumluluktur, birlikteliktir, yardımdır, sevgidir, kardeşliktir.

Dostluğun temeli sevgiye dayanır. Hiç kimse Allah’tan başka bir şeyi sevemez ve ondan başkasını mevla ve dost edinemez. Dost olarak Allah yeter. Müminler birbirlerini Allah rızası için severler. Kul, Allah’tan başkasına güvenirse, sonunda zararlı çıkar. Kim bir insanı bir üstünlüğünden, mevkiinden, güzelliğinden, asâletinden veya zenginliğinden dolayı seviyorsa bu sevgi çıkar amaçlıdır. Yapılanlar Allah rızası için olmayınca mutlaka bir çıkar içindir ve bu, insanı kötülüklere sürükler. Hz. Peygamber (s.a.s.): “Zengine zenginliği için saygı duyan kimsenin dininin üçte biri gider” buyurmuştur. O halde müminler, en güzel ahlâk üzere olan Rasulullah’ı her insandan daha çok sevmedikçe tam mümin olamazlar. Başkalarına bel bağlayan zarardadır. Allah’ın hoşuna gitmeyeceğini bildiği halde insanlara şirin gözükmeye çalışmak imanın zayıflığındandır.

Allah, salih kullarını dost edinir. 

Dostluğu yukardaki manada oluşturmayan insanlarda bu ihtiyaçları karşılanmadığı için madde bağımlılığı geliştirebilirler, kendilerine acırlar, üzülmekten korkarlar…

İYİ AHLAK İLE İLGİLİ HADİS-İ ŞERİFLER

  1. Hiçbir baba, çocuğuna güzel terbiyeden daha üstü bir hediye veremez.
  2. Şüphesiz güzel ahlak, güneşin buzu erittiği gibi günahları eritir.
  3. Bir insan az ibadet etse de, güzel ahlakı sayesinde en yüksek dereceye kavuşur.
  4. Kişi, yumuşaklığı, tatlı dili ile, gündüzleri oruç tutanın ve geceleri namaz kılanın derecesine kavuşur.
  5. Güler yüzle selam veren, sadaka verenin sevabına kavuşur.
  6. Merhamet etmeyene merhamet olunmaz.
  7. Güzel ahlak, büyük günahları, suyun kirleri temizlemesi gibi temizler Kötü ahlak ise, salih amelleri, sirkenin balı bozduğu gibi bozar.
  8. Güzel ahlak; senden kesilen akrabanı ziyaret etmek, sana vermeyene vermek, sana zulmedeni affetmektir.
  9. İnsan, güzel huyu ile, cennetin en üstün derecelerine kavuşur. Nafile ibadetlerle bu derecelere kavuşamaz. Kötü huy, insanı cehennemin en aşağısına sürükler.
  10. Kıyamet günü, müminin terazisinde, güzel ahlaktan daha ağır bir şey yoktur. Allahu Teala, çirkin konuşan ve ne konuştuğunu bilmeyenlerden nefret eder.

İYİ AHLAK

 

Ahlâk; huy, tabiat, seciye, insanın manevî nitelikleri, tutum ve davranışlarıdır.

İnsan beden ve ruhtan ibarettir.  Beden için “suret”, ruh için ise “sîret” tâbirleri kullanırız. Meseleyi yaratılış açısından ele aldığımızda, bedenin yaratılışına “halk”, ruhunkine ise, “hulk” deriz. Hüsn-ü hulk, yahut hüsn-ü sîret terkipleri insanın bu iç dünyasının güzelliğini ifade eder.

Cüz’î irade, insan kendi iradesini doğru yahut yanlış kullanmakla, iç âlemini ya daha da güzelleştirebilir, yahut büsbütün bozup mahfedebilir.

“Ben, ancak güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim.”
Din onunla tamamlandığı gibi ahlak da onunla tamamlanmıştır. Eksik olan için tamamlanma mümkündür. Adem as. ile başlayan ahlak Peygamber Efendimizde tamamlanmıştır. O’nun ahlakı Kur’an ahlâkıdır.

O halde, ortada güzel ahlâkın bazı esasları mevcut, ama noksan demektir.

Semavî dinlerin tesiriyle, birçok cemiyette yalan ayıplanır, zina yasaklanır, hırsızlık cezayı gerektirir, dedikodu hoş görülmez. Bütün bunlar İlâhî iradeye uygundur ve bütün bunlar Kur’an ahlâkından bazı şubelerdir. Ama bu kadarı kâfi değil. Kur’an-ı Kerim’deki bütün emir ve yasakları, bütün teşvik ve tehditleri birlikte nazara almamız ve güzel ahlâkın ancak bütün emirlere uyma ve bütün yasaklardan sakınma ile tahakkuk edebileceğini kabul etmemiz gerekir.

“Allah, şirki (kendisine ortak koşulmasını) elbette bağışlamaz. Ondan başka günahları, dilediği kimse için bağışlar.” (Nisâ, 4/48)
Güzel ahlakın en önemli şubeleri iman ve tevhittir, Allah’a inanmak ve Onun birliğini kabul etmektir.

İyi ahlakın alametleri insanda:

  1. İyi ve salih insanlara muhalefet etmemek ve itirazda bulunmamak.
  2. Adalet sahibi olmak.
  3. Nefsini daima aşağı görüp, kendini beğenmemek.
  4. İnsanlarda gördüğü ayıpları örtmek.
  5. Bir kimsede uygun olmayan bir hali gördüğü zaman ona, bir özür bulup iyiye yormak, hemen kötü zanda bulunmamak.
  6. İnsanlardan gelen eziyet ve sıkıntılara sabır ve tahammül etmek.
  7. Nefsine zulmetmemek.
  8. Kendi ayıplarını görmek, kendi ayıplarını araştırıp onları düzeltmekle meşgul olmak, başkalarının ayıplarıyla uğraşmamak.
  9. Herkese karşı güler yüzlü olmak.
  10. Herkese karşı yumuşak ve tatlı sözlü olmak.

İsa aleyhisselama, bu güzel ahlakını kimden öğrendin, dediklerinde “Birinden öğrenmedim. İnsanlara baktım. Hoşuma gitmeyen şeylerinden sakındım, beğendiğimi ben de yaptım” diye buyurmuştur. Hazret-i Lokman’a, “Edebi kimden öğrendin” denince, “Edepsizden” cevabını vermiştir. Yani kötü ahlakın tersidir iyi ahlak.

İyi ahlak itidalde gerçekleşir. İfrat ve tefrittekiler iyi ahlak üzere değillerdir.
İyi ahlakı açığa çıkaramamanın sonuçlarıdır ifrat ve tefrit haller.

Bir örneklendirme yapalım:

Bir kod 7; El Ber, El Gani, El Cami, El Mümin, El Vedüd esmalarında, kod 9 karşısında kendine acır, kararsız korkak hallere girebilir. Sadece güzel ahlakta değil diğer sıfatlardaki durumu da böyledir.

KALP TEMİZLİĞİ

Kalb temizliği, kalbin manevi kirlerden ve hastalıklardan arınmış olması demektir. Bu temizliğin en büyüğü, kalbin küfür karanlıklarından temizlenerek, iman nuruyla aydınlanmış olmasıdır.
Sonra, Allah’a karşı ibadet ve kulluk şuuru taşımak, O’na asi olup nankörlük etmekten şiddetle sakınmak, Kısacası Rabbine karşı olan vazifelerinde titiz davranmaktır.
Emir ve yasaklarına uymaktır. Kalp günahlar,haset, yalan, zan, kötü ahlak, kötü düşünceler gibi kötü hasletlerle kirlenir. Tevbe , zikir, helal ve haram dairesi içinde ibadetlerle temizlenir. Benlik duygusundan arınmak gerekir.

Daha sonra, kalbin kötü duygu ve niyetlerden arınarak İslam ahlakının gerektirdiği güzel duygularla donanmasıdır. Bu duygulardan en mühim bazılarını alt alta sıralayalım:

1- Gurur, kibir ve kendini beğenmişlik duygularından arınmak, tevazu sahibi ve alçak gönüllü olmak.

2- Hakperest ve başkalarının haklarına saygılı olup haksızlık ve yanlışlıktan taraf olmamak.

3- Şefkat ve acıma duygusuna sahip olup zalimlikten uzak olmak.

4- Gösterişi terk edip Allah rızasını her şeyin önünde görmek.

5- Bencillik ve cimrilik duygularını terk edip yardımseverlik ve cömertlik duyguları taşımak.

6- Su-i zan ve kötüye yormayı terk edip, hüsnü zan ve hoşgörü sahibi olmak.

Allahu Teâlâ Hazretleri insana, Allah’ı yüceltmeye ve onu sevmeye ve ona ibadet etmeye yarayacak; beğenmek, takdir etmek, kusursuz bulmak, sevmek, tapmak gibi bazı güzel duygular vermiştir.

Fakat insan nefsi bu kabiliyetlerini Allah’a yönlendirmesi gerektiği halde nefsine yönlendirir ve kendine tapmaya başlar. Kendinin çok değerli ve üstün bir insan olduğuna ve kusursuz, tertemiz olduğuna inanır. Eğer kendisine, ibadeti terk etmek ve büyük günahlara girmek gibi bazı önemli yanlışları gösterilirse, bu sefer kendini şöyle yüceltir: “Sen benim dışarıdan böyle göründüğüme bakma. Benim kalbim temiz.” Yani her hâlukârda kendini kusursuz görmeye şartlanmıştır.

Örneğin;kalp temizliği olmayan bir kod 1, Latif esmasını doğru açığa çıkarmadığından hikmetli bakıp incelikleri göremez. İstek dilek ve dualarının kabul olmayışından şikayet eder ve kendine acır. Müsavvir esmasının eksikliğinden meramını usulünce anlatamaz bunalır, öfke açığa çıkarabilir. Kalp temizliği olmadığı için Vehhâb da olamaz dolayısı ile kendi engelinin yine kendi düşünceleri olduğu tesbitini de yapamaz. Adl esması da kalp temizliği olmayan kod 1 de doğru çalışmaz. Kendine ve çevresine adaletli olamaz. Kanaatkar da olamaz,sevgi de, para da ona hiç yetmez Gani esması da yanlış işler.Gani olamaz hiçbir şey ona kafi gelmez. Bir şeyleri hep yapamayacağı, olmayacağı zannındadır. Metin esması kendisinde doğru açığa çıkmaz yıkılır, ümitsizliğe düşer, sağlam duramaz, vesveselere açık olur, üzülür, kırılır.Görüldüğü gibi kalp temizliğini açığa çıkaramayan kişide bütün esmalarında yanlış davranış sergilemesine sebep olur, hayatını cehenneme çevirir.

Güzel bakmak kalbin,güzel görmek gözün işi, güzel bakan güzel görür.

CÖMERTLİK

Eldeki imkânları meşrû ölçüler içinde, gönüllü olarak ve karşılık beklemeden yapılan, ihsan ve yardımda bulunmasını sağlayan üstün bir ahlâk kuralıdır.

Cömert kelimesi Farsça ”cevân-merd” den gelir.İslâm da genellikle “sehâ, sehâvet, isar ve cud” terimleriyle
ifade edilir.

Kur’an’da cömertlik öncelikle Allah’ın sıfatları arasında gösterilmiştir. Kur’an’da yer alan Rahmân, Rahîm, Vehhâb, Latîf, Tevvâb, Gaffâr, Afüv, Raûf, Hadî gibi ilâhî isimler de Allah’ın cömertliğini değişik yönleriyle ifade eden kavramlardır.

İslam âlimleri cömertliği şöyle derecelendirir:

Sehâvet: Malının bir kısmını dağıtarak yapılan cömertlik. Bu, cömertliğin asgarî derecesi olarak kabul edilir. Zekât vermek gibi.

Cûd: Malının çoğunu dağıtıp, geriye azını bırakarak yapılan cömertlik. Hz. Ebû Bekir’in çoğu zaman cihat için yaptığı yardım gibi.

Îsâr: Kendi için gerekli olan bir şeyi, zarar ve sıkıntılara katlanarak kendisi kullanma yerine, başkalarının istifadesine sunmak sureti ile yapılan cömertlik. Bunun Asr-ı Saadet’teki misâli; Medineli müslümanların (Ensar), Mekkeli Muhacirleri şehirlerine davet edip onları her şeylerine ortak ederek Allah Teâlâ’nın takdirini kazanmalarıdır. Bir başka örnek de Hz. Ebû Bekir’in Hicret esnasında mağarada hayatını tehlikeye atarak canını, sevdiği Hz. Peygamber için feda etmesidir. 

Gazali der ki: “Malı olmayan kişide hırs değil kanaat olmalıdır. Malı olan kişide ise cimrilik değil cömertlik olmalıdır.”

“Sadaka vermek malı eksiltmez. Kul başkalarının hatalarını bağışladıkca Allah da onun şerefini arttırır. Kim Allah için alçak gönüllü davranırsa, Allah da onu yükseltir.” Sadaka malı parayı bereketlendirir, eksiltmez.

“Yarım hurma ile de olsa cehennemden korunun!” der Hadiste.

Cömertlik,israf ve cimrilik diye adlandırılan iki aşırılığın (rezîlet) ortası sayılmıştır. Zıddı cimriliktir.
Cömertlik itidal, israf ve cimrilik ifrat ve tefrittir. Cömertlik övülmüş, cimrilik ve israf kınanmıştır. İlim dışında her konuda kanaatkar olmalıdır.

Gani esmasını yanlış açığa çıkaran bir kod 8 ; sevilmediği düşüncesi ile madde kullanabilir, abartıcı hallere girer,israf derecesinde harcama yapabilir ki Hasib esması da işin içine girer burada hesapsız ve korkusuzca harcar. Kanaatkar olamaz. Şükredemez, sürekli şikayet eder sonunda da depresyona girebilir. Adl esmasını da yanlış anladığından haklılık zannı içinde bocalar. Latif esması ile yaşadıklarına hikmetli bakıp incelikleri göremez. Ve Vehhâb esmasını ifratta kullandığı için de iyi güzel bir geçimi olmaz. Kendi olumsuz düşüncelerini göremez ve fedakarlık yaptığı zannı içinde olur.

KONUŞMA VE ANLAŞMA

Konuşmak, bir dilin kelimeleriyle düşüncesini sözlü olarak anlatmaktır. Peki konuşan herkes anlaşabilir mi?

Konuşmak ve anlaşmak insani ihtiyaçlarimizdandir. İnsan toplumsal bir varlıktır. Toplumda düzenin, sağlanması ve çatışmanın çıkmaması, insanın anlaşılma ve anlaşma ihtiyacının giderilmesi için bu alanın düzenlemesine ve herkes tarafından kabul gören kurallara ihtiyaç vardir.

“Söz söylemek, konuşmak, anlamlı bir şekilde kendisini ifade edip açıklamak canlılar arasında insana özgü bir haslettir. Rahman süresinde  “İnsanı yarattı, ona beyanı (anlama ve anlatmayı) öğretti” buyurur. Sözde aranması gereken ilk husus, onun doğru, anlamlı ve faydalı olmasıdır. İnsan natık (konuşan) bir varlıktır. Natıkın nutku mantıklı olmayı gerektirir. Söz, ifade için vardır, ifade, faydayı istifadeye dönüştürmektir.

Müminleri tarif etmek için Müminun Süresinde “Onlar anlamsız, boş ve beyhude sözlerden yüz çevirir.” Furkan Suresinde Rahmanın gerçek kulları anlatılırken şöyle denilmiştir: “Onlar yalan söze şahadet etmez, boş ve anlamsız sözle karşılaştıklarında vakarla geçip gider.” (Furkan, 72). Nebe Suresinde cennetin en güzel vasfı şöyle yer alır: “Cennette ne bir yalan ne de boş bir söz işitemezsiniz.” (Nebe, 35)
Sözün anlamlı ve faydalı olması yetmez; hakka, hakikate yaraşır güzellikte olması da gerekir. Sözü lâf ve lâkırdıdan ayıran şey sadece anlamlı ve mantıklı olması değil, aynı zamanda güzel olmasıdır. 

Sözün Kur’an-ı Kerim’de geçen olumlu sıfatlarını şu şekilde sıralamak mümkündür:
Kavl-i hasen (güzel söz),
kavl-i maruf (uygun ve olumlu söz), kavl-i adi (dengeli söz),
kavl-i sedid (sağlam ve doğru söz), kavl-i tayyib (hoş söz),
kavl-i leyyin (yumuşak ve faydalı söz),
kavl-i kerim (saygılı söz),
kavl-i beliğ (açık söz) ve
kavl-i meysur (kolaylaştırıcı söz).

Kur’an-ı Kerim’e göre Beni Israilden alınan misakın önemli bir maddesi şöyledir: “İnsanlarla güzel konuşunuz.” (Bakara, 83)

Enam Suresi 152. ayette şöyle bir ifade yer alır: “Söz söylediğiniz zaman âdil olunuz.” Şüphesiz sözün adaleti, dengeli oluşudur. Her türlü kabalıktan, çirkinlikten, aşırılıktan uzak oluşudur.

Kavl-i sedid, başkaları hakkında bütün ima ve gizli anlamlardan, yersiz kuşkulardan arınmış şekilde konuşmayı, gerçeği abartmadan ve eksiltmeden olduğu gibi aktarmayı ifade eder.

Hac Suresinde, bütün peygamberlerin insanları güzel söze (kavl-i tayyip) davet ettiği ifade edilir. (Hac, 24) “Güzel sözün misali kökü sapasağlam, dallan göğe doğru uzanan, meyveleri sürekli yenen diri bir ağaç gibidir. Çirkin sözün misali ise köksüz, bütünüyle kararsız, dayanaksız çürük bir ağaç gibidir. (İbrahim, 24-26)

Taha Suresi 44. ayette yüce Rabbimiz Hz. Musa ve Hz. Harun’u Fi- ravun’a gönderirken “Ona yumuşak söz (kavl-i leyyin) söyleyin, ta ki düşünsün ve Allah’a karşı saygılı davransın.” buyurur.

İsra Suresi 23. ayette geçen ”kavl-i kerim”, anne babaya söylenecek saygı dolu sözün adıdır: “Anne babayı azarlamayın ve onlara saygılı söz söyleyin.”

Nisa Suresi 63. ayette geçen ”kavl-i beliğ”, ikiyüzlü münafıklara söylenecek etkili, açık söz için kullanılmıştır. Eğip bükmeden söylenen doğru sözdür. “Onlardan yüz çevir, onlara vaaz et ve onlara kendileri hakkında açık konuş.”

İsra Suresi 28. ayetteki ”kavl-i meysur” ise yardım eli uzatamadığımız fakir ve muhtaç kimselerden hiç olmazsa hoş, yumuşak, yatıştırıcı ve kolaylaştırıcı sözü esirgememek anlamında kullanılmıştır.

Kur’an-ı Kerim’de söz için olumsuz anlamda ise beş sıfat kullanıldığı görülmektedir:

Kavl-i su’ (kötü söz),
kavl-i münker (çirkin söz),
kavli zûr (yalan söz),
kavl-i lahn (eğri söz) ve
kavl-i zuhruf (süslü söz).

Kötü söz anlamına gelen ”kavl-i su”, Nisa Suresi 148. ayette yer almıştır. Kötü sözü alenileştirmeyi sevmediğini beyan eder Rabbimiz.

Muhammed Suresi 30. ayette yer alan ”kavl-i lahn”, münafıkların eğip büktükleri sözün adıdır.

Enam Suresi 112. ayette aklı çeldiren, çekici ve süslü konuşmalar yapmak ”kavl-i zuhruf”, başka bir ifadeyle cilâlı yalanlar söylemek, Hz. Peygambere düşman olan şeytanlara izafe edilmiştir.

Gazalî’nin İhya’sında dilin afetleri başlığı altında yer alan hususlar, bugün insanlığın kaybettiği söz estetiğinin bütün unsurlarını ihtiva etmektedir. Söz konusu eserde dilin yirmi afeti şöyle sıralanmıştır:

Boş sözler, fuzulî konuşma, batıla dalma, içi boş tartışmalar, husumet eseri söylenen sözler, ağzı eğip bükerek konuşmak, secili ve edebî konuşmalara özenerek yapmacık sözler söylemek; küfür, sövgü ve fahiş (kötü) konuşmak, her türlü canlı ve cansız varlığa lânet etmek, kötü tegannî ve anlamsız şiir, kötü mizah ve şaka, istihza, sırrı ifşa, yalan söylemek, yalandan söz vermek, yalan yere yemin etmek, gıybet, çekiştirme, kovuculuk, söz gezdirmek, insanları mübalâğa ile övmek, yersiz ve anlamsız soru sormak ve sözün inceliklerinden ve hatalarından gaflet içinde olmak. (Ihyau Ulû- middin, 3/246)

Bugün konuşan her insanın bu afetlere maruz kalması, kitle iletişim araçları marifetiyle her türlü estetikten yoksun sayısız sözün ortalıkta uçuşması, dahası bu sözlerin görüntüye ve yazıya dönüştürülmesi her türlü afete yol açan bir söz kirliliği oluşturmaktadır.

“Üslûb-u beyan aynıyla insan” denilmiştir. Bugün dilin afeti insanlık afetine dönüşmüş, üslûp ve beyanlar gönül dünyalarını kirleten bir seviyeye düşmüştür.

Allah’ın öğrettiği kelimeleri/isimleri yine onun öğrettiği beyan ile güzel söze dönüştürmek için “esma-i hüsna”nın insanda tecelli etmesini sağlamak gerekir. Yahut insanı esmanın tecelligâhı kılacak kıvama getirmek gerekir. Güzel söz, hep güzel davranışın eseri olarak görülür. Oysa yüce kitabımız Kur’an- ı Kerim’deki bir ayet, güzel davranışı güzel sözün eseri olarak görür. “Sağlam/doğru/güzel (kavl-i sedid) söz söyleyin. Ta ki Allah, amellerinizi güzelleştirsin ve günahlarınızı bağışlasın.” (Ahzab, 70). “Allah’a çağırandan daha güzel sözlü kim olabilir?” (Fussilet, 33)” ( Prof. Dr. Mehmet Görmez’ in yazısından derlendi.)

İnsanlar arasında anlaşma güzel sözle mümkündür. Konuşma ve anlaşmayı, iyi ahlakı, sevgi ve anlasmayı, dostluğu, yumuşaklığı doğru açığa çıkaramayan insan;
efsi için yakınlık kurar, ilişkilerinde menfaati ön plandadır. Böyle insanlar hem üzülür, hemde çevresindekileri üzerler. Hakli iken haksız duruma düşer, insanların kendisinden kaçtığı biri olur ve çevrelerinde dostları kalmaz. Meramlarını uslübunce anlatamaz va anlaşılamazlar. Venüs evlerinde bereketsizliğe ve kayıplara sebep olur.

DEHŞET VE KORKU

Dehşet, Arapça ‘dahşat’ tan gelip, Türkçede de ‘şaşkınlık, hayret, ani ve şiddetli korku’ anlamlarına gelir.

Korku ise tehlike anında hissedilen ani ve yoğun hisse denir. 

Dehşet, tasavvufta ise “Allah âşığı sûfînin birden sevgilisinin heybetiyle karşılaşarak aklının başından gitmesi” mânasında kullanılır.
Dehşet halindeki sûfî kendisini ağır bir gücün sarstığını hisseder ve bu yüzden ne yaptığını bilmez. 

Sûfîler umumiyetle dehşeti, tefekkür ve mârifetin sonucunda ulaşılan bir hal şeklinde düşünürler. Bâyezîd-i Bistâmî teemmülü(düşünme ve tefekkür) dehşet, mârifeti ise hayret hali olarak kabul eder. Cüneyd-i Bağdâdî’ye göre dehşet tasavvufî hallerin en değerlilerindendir. Çünkü düşünce tevhidin son mertebesinde hayret ve dehşete ulaşır. Şu halde tevhid konusunda aklın ulaşabildiği en son nokta dehşettir.

Hâce Abdullah-ı Herevî dehşet halini, Hz. Yûsuf’un güzelliği karşısında şaşıran ve kendilerini kaybeden kadınların haline benzetmiştir. Hakk’ın lutfuna nâil olan ve O’nun cemâl tecellileriyle karşılaşan sâlikin bundan dolayı şaşırması ve kendini kaybetmesi haline de dehşet denilmiştir.

Tasavvufta dehşet ve korku bu iken biz neden dehşete düşer ve korkarız.
Abartıcı hallere girdiğimizde hem kendimizi hem çevremizi korku ve dehşete sürükleriz. Panik yaşadığımızda tam anlamı ile insan dehşete düşer ve korkar. Madde kullanan insanlar, panik , abartıcı, yaptığını fedakarlık gibi görenler, üzülmekten korkanlar, paronayakça hareket eden ve düşünenler bir noktadan sonra kendileri bu dehşet ve korkuyu yaşadıkları gibi etrafına da yaşatır.

Sevilmediğini, anlaşılmadığını düşünmekte insanlarda korku sebebidir.

Dostluğu bulamayan düşmanca tavırlarla karşılaşan insanlar dehşet ve korku içindedir.

Yumuşaklık yerine sertlik gören insanlar korkuya kapılır.

OYUN VE EĞLENCE

Neşeli ve hoş vakit geçirmeye yarayan ve oyun, yarış, mûsiki, raks gibi şeylerin genel adıdır, oyun ve eğlence.
İki çeşit eğlence vardır.
-Meşru eğlence ile fıtrî olarak hem nefsin, hem de kalb ve ruhun zevk aldığı şeyleri
 -Gayrimeşru eğlence ile ise Rabbimizin emirlerine aykırı olan ve kalb ve ruhun tersine sadece nefsin zevk aldığı, yani meşru özelliğini kaybederek haram şekle dönüşen eğlencelerdir.

Meşru oyun ve eğlencenin belli başlı üç kısımdır:

Birincisi, bir gayeye, faydaya, ve bir ihtiyaca yönelik eğlencelerdir.
-Peygamberimiz (asm) özel olarak yarış için hazırlanan atlar ve yük beygirleri arasında ayrı ayrı yarışlar düzenler ve galip gelenleri ödüllendirirdi.

İkincisi, örf, âdet ve gelenekte mevcut olan tören ve merasim türünden eğlencelerdir.
-Peygamberimiz (asm)  Bayram günü def çalıp mersiyeler söyleyen cariyelere izin vermiş ve Habeşlilerin mızraklarla yaptıkları gösteriyi Hz. Âişe ile birlikte seyretmişti.

Üçüncüsü de yorulan, usanan, bıkkınlık duyan insan duygularının meşru dairede tatmin edilmesi, dinlendirilmesi ve keyiflendirilmesidir.
-Meselâ, Peygamberimiz (asm) seferlerde günlerce süren yorucu yolculuklarda, monotonluktan kaynaklanan sıkıntıyı gidermek için gençler arasında yarışlar düzenlemiş, böylece kafileye bir rahatlık ve ferahlık temin etmiştir

Gazâlî,oyunun kalbi rahatlatacağını, ağırlık ve sıkıntıyı gidereceğini söyler. Ona göre gönül ağırlaştığı zaman körleşir ve tembelleşir. Gönlün yatıştırılarak huzura kavuşturulması ise yeniden harekete geçmesini sağlar. Meselâ haftanın her günü devamlı ders okumak insanı yorar ve bıktırır, fakat arada yapılacak bir tatil ona yeniden şevk verir. Devamlı ibadet de kişiyi tembelleştirir; bu durumda dinlenme insanın neşe ve azmini arttırır. Bu sebeple oyun ve eğlence ciddi çalışmaya da yardımcı olur. Gazâlî, eğlenceyi yorgunluk ve tembellik hastalığına karşı kalbin devası olarak görmektedir. Ne var ki bu eğlence ölçülü ve mubah olmalıdır. Hastalıkları tedavi eden ilâçların fazlası gibi oyun ve eğlencelerin fazlası da zararlıdır. Ona göre ölçüye uyularak yapılan eğlenceler asıl ibadetlerin ifası için bedene dinçlik, ruha şevk kazandıracağından nâfile ibadet hükmündedir (İḥyâʾ, II, 366).

Gazâlî, insanın aklının ve duyularından her birinin kendine has bir özelliği olduğunu ve bu özelliğine göre zevk aldığını belirtirken çağdaş psikolojinin tespitleriyle paralellik göstermiştir. Buna göre gözün zevki güzel şeyleri görmek ise kulağın zevki de güzel şeyleri dinlemektir. Mûsikinin gönül üzerindeki etkisini önemle vurgulayan Gazâlî, mûsikiden etkilenmemeyi ruhsal bir bozukluk ve bazılarının tabiatında bulunan bir kabalık olarak değerlendirir (İḥyâʾ, II, 351).

İnsanların bedenî ve zihnî meşguliyetlerinin büyük bir artış gösterdiği çağımızda eğlenmeye her zamankinden daha çok ihtiyaç duyan fertlerin bu ihtiyaçlarını yabancı eğlencelerle karşılamaları halinde büyük ölçüde kendi toplumuna yabancılaşmaya, onun bir ferdi olmaktan çıkmaya, kendi millî, dinî ve kültürel duyarlılığını kaybetmeye, oyunlarını oynadığı, benimsediği grubun veya kültürün insanı olmaya başladığını göstermektedir.

Sonuç olarak; İslâmî âdâba ve genel ahlâk kurallarına uygun düşmesi, içki, kumar, fuhuş gibi dinin haram kıldığı şeylerden arınmış olması şartıyla oyun, mûsiki ve yarış türünden eğlencelerin meşrû sayılması gerektiği anlaşılmaktadır. İslâmî ölçülere göre müstehcen sayılabilecek, doğrudan ya da dolaylı olarak İslâm dinini, bu dinin itikad, ibadet, ahlâk esaslarını, düşünce ve hayat tarzını, üstün şahsiyetlerini, kurumlarını ve şiârlarını tahrif ve yıkıma yönelecek her türlü eğlence gayri meşrûdur. Nihayet eğlenceyi bir dinlenme ve rahatlama aracı olmanın ötesine taşırarak insanların din ve dünya hayatıyla ilgili faaliyetlerinde etkinlik ve verimliliklerini zaafa uğratan olumsuz bir âmil haline getirmek de İslâm dininin eğlenceyle ilgili müsamaha sınırını aşar.

Bediuzzaman Hz.leri Lahikasinda:
“İnsanlık hakikate muhtaç olduğu gibi, bazı keyifli heveslere de ihtiyacı var. Fakat bu keyifli hevesat, beşte birisi olmalı. Yoksa, hava unsurunun (radyo dalgalarının) yaratılış hikmetine ve sırrına aykırı düşer. Ayrıca beşerin tembelleşmesine, sefahete düşmesine ve önemli görevlerin eksik bırakılmasına sebep olarak insanlık için, büyük bir nimet olması gerekirken büyük bir azap olur, insana lâzım olan çalışma şevkini kırar” buyurur.

Oyun ve eğlencenin meşru ve gayrı meşru kısmını anlattıktan sonra Ankebut sureti 64. ayetle bitirmek isteriz:

“İyi bilin ki, şu dünya hayatı boş bir oyalanma ve oyundan başka bir şey değildir. Âhiret yurduna gelince, işte gerçek hayat odur. Keşke bunu bilmiş olsalardı!”

ÇALGI ÇALMAK

İslâm Dini, Peygamber Efendimiz (asm)’in sünnetine uygun eğlenmeyi ve çalgıyı haram kılmamıştır. Çünkü insanın bazen bu gibi şeylere de ihtiyacı vardır. Dinî musikî ruhun gıdasıdır. İlahîler bu cümledendir. Halk arasında “Musikî ruhun gıdasıdır” sözünü meşru ölçüler içinde böyle düşünebiliriz.

Hangi ölçülerdeki musikî, müzik ve çalgılar haramdır?
— Şehveti tahrik edici, ahlâk bozucu her türlü saz ve çalgı,
— Kadın-erkek karışık bir şekilde toplanıp herhangi bir çalgı çalmak,
— Kadınları sahneye çıkarıp şarkı-türkü söyletmek, şantözlük yaptırmak,
—Toplum yapısında çalışma, ibâdet ve düşünme ruhunu öldüren, insanı havaî şeylere itip zamanı boşa harcamayı aşılayan her türlü eğlence ve çalgı haramdır.

Bunun dışında mübah olan musiki ve çalgılar:

— Kafayı dinlendiren musiki; ruha gıda veren dinî musiki,
— Allah’ı, âhireti ve sorumluluğu hatırlatan veya vatan ve millet aşkını uyandıran, kahramanlık ruhunu aşılayan her türlü şarkı, türkü ve çalgı.
— Ahlâkî kurallara bağlı kalınarak kadınların kendi aralarında eğlenip çalgı çalmaları, şarkı ve türkü söylemeleri,
— Ayni ölçüler içinde erkeklerin kendi aralarında bu kabil eğlence tertiplemeleri -ibâdet ve çalışmayı engellemediği sürece- mübahtır.

Düğün ve derneklerde bu kabil âletleri çalmaya cevaz verilmiştir.
Kadınlar ve erkekler bir arada
olmamak kaydıyla.

Kendilik Bilinci Eğitmeni Yasemin Hafize ŞANLI

Diğer Bloglar

Yorumlar (0)

Yorum Yazın

Yorumlarınız sistem onayından geçtikten sonra yayınlanacaktır.